İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İdris ŞEKERCİ

SANA EBTERLİĞİ YAKIŞTIRMAK KİMİN HADDİNE YA RASULALLAH!

İnsanın misyonu “yeryüzünde bir halife” olarak belirlendikten sonra, kulluğumuzdan kaynaklanan sorumluluklarımızı nasıl yerine getireceğimiz, halifelik misyonunun gereklerini anlamada ve yaşamada insanlığa öğretmenlik yapacak “model” şahsiyetlere ihtiyaç kuşkusuzdur. Sırat-ı Müstakim üzere bir hayat sürdürebilmemiz için varlığı kaçınılmaz olan Hz. Âdem’den (a.s.) Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kadar sayısını Allah’ın bileceği Peygamberlerin varlığı ve örnekliği bizim için zaruridir. 
 
Peygamberlik, Hz. Âdem (a.s.)’in şahsında cennetle tanışan insanın -hak ederek- tekrar dönüşün yollarını öğretmek ve bu yolda rehberlik etmek; Kur’an’ın ifadesiyle “üsve-i hasene: model insan” olmaktır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (s.a.v.), bu anlamda Hâtem’ül Enbiyâ olup O’nun risaleti evrenseldir. Hz. Aişe (r.anha): “Onun ahlakı Kur’an idi” diyerek O’nun örnekliğinin tarihsel değil evrensel olduğunu ortaya koyuyor. Ahzab sûresi 21. ayette “Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler (hayatında Allah’a ve rızasına yer verenler) için …” ifadesi, Peygamberimizin “üsve-i hasene” oluşunun sınırlarını net çizgilerle belirliyor. Örnek gösteren Allah, örnek olan O’nun Rasûlü, örnek alacaklar ise mü’minlerdir. Öyle sıradan ‘elhamdülillah Müslümanım!’ demekle yetinenler değil; umudunu Allah’a bağlayan, Allah’ın rızasını her şeyin üstünde tutan, ahiret mutluluğunu dünyaya tercih eden, O’nu gönül, şuur ve dilinden düşürmeyen mü’minlerdir. İşte Hz. Muhammed (s.a.v.), bu özelliklere sahip mü’minler için bizzat Allah’ın Kur’an’da gösterdiği bir örnektir.
 
Geçici dünya hayatını ebedi mutluluğun bir aracı, köprüsü, hazırlık yurdu olarak görenler için, hedeflerine ulaşabilmeleri hususunda Allah’ın Rasûlü, biricik adrestir. Peygamberlik misyonunu sadece elçilik -haşa postacılık- göreviyle sınırlamak ve örnekliğini yaşadığı çağa hapsetmek, Peygambere tabi olmayı Allah’ın sevgisine ulaşmanın bir şartı gören, Peygambere itaati açıkça emreden ayetleri görmezden gelmektir. 
 
İşte can alıcı soru tam da burada akla geliyor: Peki, peygamberimizi bu çağa nasıl taşıyabiliriz? Çağlar değişse de Allah Rasulü’nün değişmeyen rehberliğini nasıl algılamalıyız? Bu türden sorular, aklımıza hemen, “eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretimize gelse, birkaç günlüğüne çalsa kapımızı…” diyerek başlayan meşhur ifadeleri getiriyor. Evimizin içi, giydiğimiz elbiseler, kullandığımız eşyalar ile kendimizi, -Peygamberimizi vasıta kılarak- sorguluyoruz. 
 
Oysa Peygamber Efendimiz gerçekten gelse, bize ilkin bunlardan mı sorardı? Allah’ı sever gibi sevdiklerimizi, Allah’tan daha çok korktuklarımızı da sorar mıydı? Zulme uğrayan kardeşlerimize duyarsızlığımızı, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” sözünü bildiğimiz halde birbirimize “hakkı ve sabrı tavsiye” ettiğimiz kardeşlerimizin bile geçim sıkıntısından haberdar olmayışımızı sorgulamaz mıydı? Sokaklarımızı gezerken Kur’an’ı dilimizden düşürmediğimiz halde ayetlerine hayatımızda yer vermeyişimizi, adını duyduğumuzda salavat getirmemize rağmen sünnetinden uzak oluşumuzun nasıl bir sevgi ve bağlılık olduğunu bize sormaz mıydı? Hanımlarına benzemeyen hanımlarımızı, ahlakına benzemeyen ahlakımızı, “görüyorum ki içinizden bazıları…” diyerek başlayan o meşhur ifadeleriyle bizi eleştirmez miydi? Bu soruları çoğaltmak mümkün ve yüreğimizi daraltan bu örneklemeler sıralamakla bitmez. 
 
Hz. Peygamber, risalet öncesinde nasıldı? Evvela buradan başlamalı. Kâbe hakemliği söz konusu olduğunda müşrikleri sevindiren O’nun hangi özelliğiydi? Sonra, “şu dağın arkasından bir düşman ordusu geliyor desem ne yaparsınız?” sorusuna Mekkeli müşriklerin: “Sen diyorsan doğrudur, gider hazırlık yaparız” diyerek Peygamberimize yükledikleri “el-emîn” sıfatını bizler bugün yaşayarak sürdürmeliyiz. İnsanlar bir anlaşmazlık yaşadıklarında bizim hakemliğimizden sevinç duymalı, değerlerimizi paylaşmasalar da müşriklerin Peygambere emanetlerini bıraktıkları gibi bize güven duymalılar. Hz. Peygamberi çağdaşımız haline getirmeli, sanki O da bizimleymiş gibi özüne sadık kalarak O’nu bugüne taşımalı, çağın diline çevirmeliyiz. 
 
Hz. Peygamberi çağdaşı bilen mü’min, dün Rasûlullah’ın son oğlu İbrahim öldüğünde O’na “ebter” diyerek davasının biteceğini ima edenler, O’nu “soyu kesik” ifadeleriyle tezyif etmenin, bugün için sünnete “ebter” muamelesi yaparak O’nu modern hayatın dışına itmekle aynı olacağını düşünmek zorundadır. Hayat devam ettiği sürece “Kevser”e ulaşmanın yolu, tıpkı Rasûlullah gibi Kur’an’ı ahlakın kaynağı kılmaktır. 
 
Hz. Muhammed (s.a.v.) ’in Mekke’deki egemen hayat tarzına kökten itiraz eden ilahî mesajı ve bu mesajla bütünleşen güzel örnekliği karşısında söyleyecek sözleri olmayan müşrik inkârcılar, alay, hakaret, işkence ve boykot ile O’nun sesini kesmeye çalıştılar. Bugünün inkârcıları ise, yanlarına din adına söz söyleyen -en hafif ifadeyle- gaflet içinde olanları alıp önce Peygamberi Kur’an’dan soyutlayarak O’nun model insan oluşunu görmezden geliyor ve sünneti ebterleştirme gayreti içine giriyorlar. İslam’ı insanlara anlatma ve yaşama çabası içinde olan Müslümanlar, bu topyekun saldırıya Allah’a ve Rasûlüne topyekun itaat ile cevap vermelidir. İbn-i Hazm’ın şu tarihi tespiti ne kadar da manidardır: “Ahiret iyiliğini, düzgün yaşayışı ve bütün faziletleri kazanmak isteyen kişi, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i örnek alsın. Çünkü O, bütün hayırlarda en ileridedir. Allah O’nun ahlakını övmüş, faziletleri en mükemmel şekilde O’nda toplamış ve O’nu her türlü kusurlardan arındırmıştır.”
 
Sana ebterliği yakıştırmak kimin haddine Ya Rasûlallah! 
“Kişi sevdiği ile beraberdir.”
 
 
 
 

Diğer Makaleleri