İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
GENÇ KALEMLER

İSLAM’IN VADETTİKLERİ ÜZERİNE / SENA HİCRET YANIKOĞLU

Roger Garaudy tarafından kaleme alınan “İslam’ın Vadettikleri” eseri “Promesses de l’Islam” ismi ile ilk olarak 1981 yılında Paris’te yayımlanmış, 1984 yılında ise Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Garaudy’nin 1982 yılında Cenevre’de Müslüman olduğunu dikkate alırsak eserin Garaudy daha İslam ile müşerref olmadan yazıldığı ortaya çıkmaktadır. Bu bilgi Garaudy’nin düşünce dünyasını anlamamıza katkı sunmanın yanı sıra daha Müslüman olmadan onun İslam’a olan inancını da gözler önüne sermektedir.  

Garaudy, eserinde Müslümanların yanı sıra özellikle Müslüman olmayan okurlara sesleniyor. Onları yıllardır dersler ve kitaplarda okutulan, Batı’nın dikte ettiği bilgilerden sıyrılmaya, ön yargılarından kurtulmaya çağırıyor. Batı’nın “Dünyanın merkezi biziz, her şey bizim belirlediğimiz düzende olur.” şeklindeki benmerkezci ve emperyalist bakış açısına sahip tek yanlı medeniyet anlayışına karşı çıkarak diğer medeniyetlerin (özellikle Doğu medeniyeti) önemine ve değerine vurgu yapıyor.

Garaudy’nin kitaplarına aşina olan bazı okuyucular bu kitabında da benzer konuların işlendiğini, hatta yazarın kendini tekrar ettiğini düşünebilir. Ancak, takdim bölümünde Muhammed Becavi’nin de belirttiği gibi Garaudy kendisini Batı tarihinin görmezden geldiği ve hatta reddettiği diğer medeniyetlere hak ettikleri değer ve itibarlarının geri kazandırılmasına adamış bir şahsiyet. Dolayısıyla eserlerinin büyük çoğunluğu da bu konular etrafında şekilleniyor ve her eserinde bu amaca yönelik kısımlara muhakkak değiniyor.

Eserde genel hatlarıyla verilen mesajlar hakkında bilgi vermeye çalışacağız.

Garaudy’ye göre Batı bir kazadır ve çarpık bir kültüre sahiptir. Kazadan kastettiği mana ise çevirmen tarafından şu şekilde açıklanıyor: “Batı, dünya kültür ve medeniyetlerinin tuttuğu insanı ve ilahi yolu terk etmiş, Tanrı ile, tabiatla ve diğer insanlık alemiyle barışık olmayı reddetmiş ve böylece bir tür kaza yapıp yoldan sapmıştır.”

Batı kendisini bir Grek Mucizesi olarak görüyor ve özellikle Doğulu kökleri kesip atıyor. Bu sebeple medeniyet mirası konusunda Doğu’nun katkıları tamamen yabana atılıyor. Oysaki Batı kendi mirasını, kesip attığı köklere yani Anadolu mirasına borçludur. Batı’nın bu redleri medeniyetlerin karşılıklı olarak birbirlerini besledikleri gerçeğini de kabul etmedikleri anlamına geliyor. Tabii aynı zamanda Grek mucizesi de Batı dünyasında bütün bilimlerin, felsefenin ve toplum görüşlerinin tamamının ilk defa sadece ve sadece Yunanistan’da çıktığı görüşü masalını oluşturuyor.

Garaudy, eserinde Batı’nın yaptığı bu yanlışı bizler yapmamalıyız diyerek onların katkılarını silmeye ya da görmezden gelmeye ihtiyacımız olmadığını vurguluyor. Aynı zamanda Batı medeniyetini doğurmuş ve beslemiş olan kaynakları kabul etmenin, onları tanıyıp saygı duymanın insanlık için bir zayıflık göstergesi olarak görülmemesi gerektiğini ifade ediyor.

Yahudi ve Hristiyan medeniyetlerinin Mısır’dan, Suriye’den, İran’dan etkilendiğini söyleyen Garaudy, Müslümanların İspanya’yı nasıl bir kültür merkezi haline getirdiklerine ve kurtarıcılar olarak görüldüklerine de dikkat çekiyor ve ekliyor: İslam; Çin, Hint, Fars, Yunan, Bizans’ın en eski kültürlerini kendi kültür potasında eritmek, verimlileştirmek ve yaymakla kalmayıp, parçalanmış veya bozulmuş medeniyetlere ise yeni bir ortak yaşama ruhu da aşılamıştır.

İslam, Batı’nın aksine tabiat ve insanlara hükmetmeye çalışmak yerine, insanlara ve toplumlara beşerî ve ilahi boyutlarını kazandırmıştır. İlahi boyuttan kasıt, Yüce Allah’a bağlı, manevi bir boyuttur. Batı bu ilahi boyuttan uzaklaşmış ve birçok ülkede katliamlar, istilalar yapmıştır. Büyük istilalar her zaman gerilemelere ve büyük yıkımlara yol açmıştır. Ama ne yazık ki bu istilaları yapan kişilere göre “istila” kelimesinin anlamı değişmektedir. Örneğin Avrupalılar tarafından yapılan bu istilalar nedense “istila” olma özelliğini kaybedip “keşif” olup çıkıyor. Birden istila yapan komutanlar “Fatihler” olarak görülüyor. Batı, işte bu çarpık anlayış ile büyümektedir.

Batı tarzı bu büyümenin tam olarak ne olduğunu bilip tanımamız gerekmekte, Batı’nın tarzı nedir peki?  

a)               Çarpık tabiat anlayışı

b)               Acımasız bir insanlık anlayışı

c)               Umut kırıcı bir gelecek anlayışı

Garaudy’e göre bu anlayışı kırıp yeni bir dünya düzeni oluşturmak istiyorsak, yeni bir dünya kültür düzeni oluşturmamız gerekiyor. Yeni bir kültür düzeni sağlamadan ekonomik düzeni dahi sağlamamız mümkün gözükmüyor. Bu düzeni sağlamak ise “yeni bir insan tasavvuru” ile gerçekleşebilir. Ve bu tasavvur ancak Batı’nın dünya çapında diğer medeniyetler ile uzlaşmaya geçişiyle kurulabilir.

Bu noktada Garaudy’nin Müslümanlar tarafından çokça eleştirilen medeniyetler diyaloğunun acil ve tartışma götürmez bir zorunluluk olarak gördüğünü ve savunduğunu söyleyebiliriz. Ona göre çağımızın ana tartışması kapitalizm, sosyalizm, sömürgecilik olmaktan çıkmıştır. Artık ana ve hayati tartışmamız aşağıda belirtilen hususların temelinden sorgulanması haline gelmiştir.

a) Batı tipi intiharcı “ilerleme” ve “büyüme” mesajı

b) Bilim ve teknikler ile hikmet arasındaki bölünme ve ayrılmayla baş gösteren zihniyet

c) İnsanı bizzat insani boyutlarından, aşkınlıktan ve topluluktan koparan bireyciliğin yüceltilmesi anlayışı

Ancak, medeniyetler diyaloğu bahsinde Garaudy şunu da açıkça belirtiyor; kendisinin Kur’an’ın kaynağı ve kökeni ile ilgili görüşü ne olursa olsun eğer Müslüman olmayan kişi, Kur’an’da olan o ilahi yönü, parıltıyı görmüyor ve kabul etmiyorsa o zaman bu kişi ile gerçek bir diyalog kurulması mümkün değildir.

“Bugün İslam’a neler borçlu olduğumuzu bilmek, kesinlikle bir tarihçinin uzmanlık alanı, bir meraklının hobisi veya bir hayalperestin zevki meselesi değildir.” diyen Garaudy, mutlu bir geleceğin kurulabilmesi için çabalayan herkesin ama herkesin bu görev ile mesul olduğunu eserinde vurgulamaktadır.

“Allah katında en üstün olanınız, O’na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır.” Hucurat, 49/13

Eserinde “İslam, birbirinden ayrılmaz şekilde bir din ve bir ümmet, bir inanç ve hayat nizamıdır. Doğuşu ve yayılışıyla eşi benzeri görülmemiş bir olaydır. Batı’nın iddia ettiği gibi diğer din ve kültürlerin karışımı asla değildir. İslam tek inanç ve tek ümmet olup, İslam’ın yayılışı da başka hiçbir yayılışa benzemez.” diyen Garaudy, İslam’ın yayılışını sadece birtakım imparatorlukların çökmesine veya askeri sebeplere bağlamanın doğru olmadığını söyleyerek halkların içinde bulunduğu durumlarda iyi değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapmaktadır.

Bu noktada cihad kavramının da doğru anlaşılması gerekmektedir. Batı tarafından İslam bir kılıç dini olarak görülüyor. Oysaki cihad, mücahid için silahlı çatışmadan ibaret değildir. Bu Peygamberimizin ifadesi ile küçük cihaddır. Büyük cihad ise nefse karşı, arzulara, Allah’ın birliğini tanımaktan alıkoyan her şeye karşı yapılan bir mücadeledir.

Garaudy, İslam’ın ve evrensel mesajın yayılışını tıpkı ardı ardınca gelen halkalara benzetiyor. Oluşan bu halkalar aynı zamanda dünyanın dört bir yanından Müslümanların Kabe’ye yönelerek oluşturdukları halkalar misali aynı merkeze bağlı, gitgide genişliyor. İlahi birlik, bir eylem aslında, her an yaratma olan Allah’ın bir eylemi. Allah’ın kelamı ile harekete geçen peygamberin bir eylemi… İslam’ın yayılışı ve ışıldamasının sırrı bu ilahi birlik ve eylemde saklı.

İslam’ın getirdiği hayat tarzını anlamak için en güzel örnek olan Medine toplumuna bakmakta ve üzerinde ciddi bir şekilde düşünmekte de elbette fayda var. Medine toplumundaki değişimi ilk olarak siyasi iktidar açıdan açıklarsak şunları söyleyebiliriz. Her türlü hakimiyetin Allah’a ait olduğu ilkesi ve Allah ile halk arasındaki her çeşit aracılığı reddeden istişare/danışma ilkesi görülüyor. Bu iki ilke ile her türlü Batı tipi, bireyci, istatistiğe dayanan demokrasi de dışlanmış olur. Toplumu değiştiren ve dönüştüren diğer bir husus ise özellikle mülkiyet kavramında olmuştur. Her mülk koşulsuz şartsız Allah’a aitse, her insana da çalışması ile o mülkten yararlanma hakkı veriliyorsa o zaman bu, Batı tipi olan her şeye sahip olma ve istediği gibi kullanma kavramına da tamamen terstir. 

Ancak, önceden sözüne ettiğimiz hoşgörü ve başkalarının geleneklerine saygı politikası ne yazık ki kimi zaman zararlı olabilmektedir. Emevi Hanedanı’nın Bizans’tan etkilenmesi gibi. Elbette bu noktada iktidarın din anlamından ziyade siyasi egemenliğe ağırlık vermesi de bu duruma zemin hazırlamış ve kopuşlar başlamıştır. İslam’daki mülkiyet anlayışı terk edilerek yerini şatafata, lükse bırakmış, İslam hilafeti Arap İmparatorluğuna dönüşmüştür. Abbasilerle birlikte ise ümmet/İslam topluluğu tekrar ortaya çıkmaya başlamıştır. Kendini toparlayan İslam medeniyeti dünyaya birçok alanda katkılar sağlamaya başlayacaktır.

Müslümanın geçmişe bakıp donup kalmaması gerektiğini vurgulayan Garaudy, geçmişin küllerine sarılmak yerine alevleri ileriye taşımak gerektiğini belirtiyor.

Eserde bir bölümün konusunu oluşturan tasavvuf, Garaudy’nin düşünce dünyası ve hayatında önemli bir yer edinmektedir. Ona göre tasavvuf İslam inancının önemli bir boyutunu ifade etmektedir. Bu boyut deruni boyuttur. Asıl gayesi ise insanı kendi manevi merkezinden uzaklaştıran her türlü arzu ile mücadele eden büyük cihad ve bütünlük içinde bir İslam topluluğu gerçekleştirmek için her türlü putperestlik vb. şeye karşı durma eylemi olan küçük cihad arasında denge kurmaktır.

Garaudy din ve siyaset ile ilgili bölümde İslam’ın dinle ilgili meseleleri devlet meselelerinden ayırmadan, aşkınlık ile topluluk, tevhid ile tezahürü arasındaki bütünlüğü koruyarak, kendi yolunu nasıl çizdiğini gözler önüne sermeye çalışıyor. İslam’da ekonomi, hukuk ve siyasete bakışın hangi çerçeve içerisinde olduğunu başlıklar altında sunuyor.

1.Ekonomi: Mülk sadece Allah’ındır!

“Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’a aittir.” Bakara, 2/284

Hz. Peygamber’in oluşturduğu Medine toplumu ile günümüzdeki mülk kavramının temelini oluşturan Roma anlayışı birbirine tamamen zıt ekonomik ilkelere dayanmaktadır. Napolyon’un kanunnamesini ve şu an sahip olduğumuz ekonomik sistemin temeli “kullanma ve kötüye kullanma” hakkına dayanır. Bu hak, mülk sahibine gerçek bir ilahi hak tanır. Bunu yaparken tamamen özgürdür. İster imha ve tahrip edebilir, isterse dilediği gibi yığabilir…

İslam ise daha en başından bu sisteme karşıdır. Mülkiyet Allah’a dayanır. Ne bireye ne bir gruba ne de devlete aittir. Herkes sahip olduğu servetin hesabını vermekle yükümlüdür.

Kuran’da çeşitli ayetlerde, mal toplayarak tekrar tekrar sayanlar, cimrilik edenler, kendi kendine yeterli olduğunu zannedenler, servet toplayıp hayırda harcamayanlar lanetlenmektedir. Bu da bize İslam’ın mülkiyet anlayışını açık bir biçimde göstermektedir.  Özetle;

1.İslam ekonomisi, Batı’nın aksine büyümeyi değil, dengeyi hedef alır. Batı ise daha çok üret, faydalı faydasız bakmadan üret, gitgide daha fazla tüket şeklindeki ilkeyi düstur edinir.

2.İslam ekonomisi, ekonominin kör çarklarına kendisini teslim etmez, ilahi ve insanı olan yüce hedeflere boyun eğer. Çünkü insan ancak ilahi olana tabi olmakla insan olur.

2. Hukuk:Kanun koyma yetkisi sadece Allah’ındır!

Allah, mülkün yegâne sahibi olduğu gibi tek kanun koyucu da O’dur. İslam toplumu insan hakları bildirilerini değil, insanın vazifelerini belirleyen vahyi esas alarak kurulmuştur.

Garaudy hukuktan bahsederken mezhepler ve mezheplerin kendi içindeki tartışmalarına değinmemektedir. Asıl üzerinde durulması gerekenin içtihad olduğuna dikkat çeker. Yani yeni sorunlara Kuran’dan alınan ilhamla her türlü cevap bulma ve verme gayretinin önemine değinir. İçtihadın önünün kapanmasının veya kafirlik olarak addedilmesinin İslam kültür ve siyasetinde gerilemeye yol açtığının üzerinde durur.

İslam, biz Müslümanları çok yüce gayelere göre düzenlenmiş bir topluluğun yani bir ümmetin parçası olarak görür. Bu toplumdaki bireyler kendisini aşan, Allah tarafından tespit edilmiş hedeflere hizmet ederler. Bu toplumda bir hiyerarşinin oluşmasına izin verilmez ve insana insan tarafından zulmedilmesine de izin verilmez.

Garaudy, hukuk başlığı altında İslam’da kadına da değinmeyi ihmal etmiyor. Kuran’da kadın kendi mal ve servetini istediği gibi kullanabilme hakkına sahiptir.  Bunun yanı sıra Kuran’da erkeğe kadın üzerinde yetki tanındığı doğrudur. Ancak, bu durumda kadına asla haksızlık yapılmaz, buna müsaade edilmez. Diğer yandan boşanma hakkını Kuran ve hadis kadına da tanımaktadır.

3. Siyaset: Egemenlik sadece Allah’ındır!

İslamiyet’te Allah’ın egemenliğinden başka bir egemenlik tanınmamaktadır. “Allah-u Ekber” ifadesi her türlü iktidarı, siyasi sistemi, teokrasiyi vb. alaşağı etmektedir.

İslam’da Allah adına konuşmaya ve emretmeye yetkili bir ruhban sınıfı ve bir kilise kurumu mevcut değildir. Öte yandan Kur’an, aynı inanca sahip bütün müminler arasında eşitliğin olmasını istediği için parlamenter tipteki demokrasiyi de reddeder. Şahsi çıkarları güden bireyselci bir demokrasi asla kabul edilmez. Ümmet bir toplum sözleşmesinin ürünü değildir. O, ferdi ve grupsal menfaatleri geride bırakmış bir iman toplumudur. İslam ümmetinde siyaset “şura” ya dayanır.

Garaudy, kitapta asıl amacının İslam medeniyetlerinin geçmişine bakmak olmadığını, asıl amacının İslam’ın geleceğe olan katkılarına dikkat çekmek olduğunu ifade etmektedir. Batı’nın İslam’a yönelik saldırılarını fark etmek gerekiyor. Kimi zaman bu saldırılar Haçlı seferleri gibi savaş ile olurken kimi zaman ise ilim kisvesi altında oryantalizmin faaliyetleri ile olmaktadır.

İslam ülkeleri, Batı tarafından dışarıdan yargılanıyorlar, sanki Batı medeniyeti tarafından takip edilen yol örnek alınması gereken yegâne yol ve yöntemmiş gibi diyen Garaudy, Batı’nın bütün insanlığa tek başına nasıl el koyduğuna dikkat çekiyor. Günümüz dünyasının bütün sorunlarının ana kaynağı, Batılı büyüme modelidir ve tek çare büyüme modelini değiştirmektir. Bu konuda da İslam’dan öğreneceğimiz çok şey var ama her şeyden önce bizzat İslam’ı, İslam’ın kendisini tanımalıyız. 

“Söz konusu olan geleceğimizdir. Bu gelecek tüm dünyanın geleceğidir ve geleceğimizde İslam vardır.”

Diğer Makaleleri