İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Kamil ERGENÇ

Radikalleşme Tuzağı

Son iki yüz yıldır sürekli olarak Batı’dan dayak yiyen Müslümanların içinden çıkan birtakım fırkaların/hiziplerin, Müslümanların ezilmişlik duygusunu istismar ederek, İŞİD ve benzeri yapılar aracılığıyla ahlaki ve insani bağlardan azade bir şekilde intikam makinesi haline gelmeleri ve bunu da anarşist/nihilist bir tarzda yapıyor olmalar kabul edilebilir değildir. Yıllarca Batı’nın Müslüman halklara uyguladığı "ya benimlesin ya da ölüsün" yöntemini kendisi gibi düşünmeyenlere teşmil eden bu yapılar, nihai kertede cellatlarını taklit etmekte ve farkında olmadan ve belki de olarak düşmanının ekmeğine yağ sürmektedir. Modern tahakküm karşısında diren(e)meyen, mükellefiyetleri arasında olmasına rağmen, aziz İslam’ın hayatın her alanını kuşatan tevhit eksenli hikemi/irfani/edebi/estetik perspektifini ortaya koy(a)mayan Müslümanlar, kısa yoldan cennete(!) gitmenin yolu olarak İŞİD gibi ne idiğü belirsiz yapıları, cihat adı altında, kendilerine sığınak olarak görmektedirler. Bu durum, Müslümanların radikalleşme tuzağına düştüklerinin açık bir göstergesidir. Akl-ı Selim, Kalb-i Selim ve Zevk-i Selim’den mürekkep tevhit eksenli düşünüş radikalleşme bayağılığına feda edilemez. Tarihin sonu tezini hazırlayanları haklı çıkarırcasına İŞİD tarzı yapılanmalar, İslam’ın modern/post-modern tahakküm araçlarıyla ve diliyle baş edemeyeceğini, insanlığın son kalesinin liberal demokrasiler olduğu gerçeğini meşrulaştırmak için üstlendikleri görevi layıkıyla yerine getirmektedirler. İslam Dünyası bir yandan İŞİD radikalizmine mahkum ve mecbur edilmek istenirken, diğer yandan uzlaşmacı, pragmatist ve oportünist İslami(!) akımlara/hareketlere doğru itilmektedirler. Üçüncü bir yol arayışı içerisinde olanlar -yani tevhidi perspektif sahipleri- ise bu iki kutup tarafından din diliyle(!) ötekileştirilmektedir. Her iki durumda da küresel istikbarın menfaatine uygun bir zemin oluş(turul)muş olmaktadır. 

Afgan-Sovyet mürettep savaşında tüm dünyaya mücahit olarak tanıtılan bu grupların, şimdi birden terörist olarak yaftalanmaları ise ayrıca üzerinde durulması gereken bir durumdur. Zibignew Brzezinski’nin Sovyetler’e Afganistan’da bir Vietnam yaşatmak amacıyla bilerek çıkardıklarını söylediği Afgan-Sovyet savaşı, İŞİD’e de kaynaklık eden El-Kaide tarzı yapılanmalar için önemli bir zemin teşkil eder. Müslümanların yaşadığı hemen her ülkeden gençlerin savaşmak için gittiği Afganistan, daha sonra Müslüman grupların kendi aralarında birbirlerini tüketen bir kıyıma da sahne olmuştur. 11 Eylül saldırılarının hemen akabinde zemini Afgan-Sovyet savaşına dayanan el Kaide yapılanması Dünya gündemine servis edilerek oluşturulan terörizm algısıyla Afganistan’a müdahale meşrulaştırılmaya çalışılmıştı. Bugün İŞİD aracılığıyla Suriye-Irak hattının küresel emperyalizmin ilgi alanına girmesi tesadüf değildir. Bundan dolayıdır ki İŞİD, El Kaide ve Boko Haram gibi yapılar Neo-Kolonyalizme asistanlık yapmaktan başka bir işe yaramamaktadırlar. Bu yapılara, hassaten İŞİD’e, dünya’nın farklı ülkelerinden yoğun katılımın olması ise modern paradigma karşısında yenilgiyi kabullenmiş, yıllarca Batılıların küçümseyici bakışları altında yaşamaya mecbur kalmış ve bundan dolayı içten içe bilediği kinini fiiliyata dökebileceği bir zemin olarak gördüğü adı geçen yapıların cennet arzusunu gidereceğine olan inançtan kaynaklanmaktadır. Gerek Avrupa’dan gerekse bölge ülkelerinden katılımların yoksul kesimlerden olması dikkat çekicidir. Özellikle Avrupa’nın banliyölerinde yaşayan ve sürekli olarak Batılı kibre maruz kalan, en kötü işlerde çalıştırılan ve nihayetinde son dönemde Avrupa’da yaygınlaşan yabancı karşıtlığından bizar olan radikalleşmeye mütemayil Müslümanlar, İŞİD’in saflarına katılmaktadır.

İŞİD ve benzerlerinin "kullanılma" şekli sadece yukarıda saydıklarımızla sınırlı değil şüphesiz. Mezhep holiganizminin de bu yapılar üzerinden tırmandırıldığını görmek durumundayız. Körfez emirliklerinin İran yayılmacılığı veya bir başka deyişle Şii Hilali dedikleri duruma karşı adıgeçen yapıları kullandıkları bilinmektedir. Nitekim her ne kadar şuan oluşturulan koalisyona destek verseler de Körfez Emirlikleri’nin İran yayılmasını durdurmak için İŞİD’e lojistik destek sağladıkları inkar edilemez bir gerçeklik. Şimdilik Şii Hilali Suriye’de kesintiye uğratılmış ve Körfez Emirlikleri amaçlarına ulaşmış görünmektedir. Dolayısıyla İŞİD bölgede İran’ı dengeleyici bir unsur olarak ta görev yapmaktadır. İran tarafının temsil ettiği Şiilik ile Suud’un başı çektiği Körfez Emirlikleri’nin temsil ettiği Sünnilik arasında oluşturulan gerilim Irak’ta nasıl parçalayıcı bir rol oynadıysa Suriye’de de aynı işlevi görecektir. Dolayısıyla bölgeyi acısı yıllarca unutulmayacak bir kaos beklemektedir. İran’ın Ehl-i Beyt Şiiliğinden teberri ederek Safevi Şiiliğine dönmesi, Körfez Krallıkları’nın ise vahhabiliği yeniden ve fakat kendi menfaatlerine uygun olarak yorumlaması öyle görünüyor ki bölge açısından oldukça tahrip edici olacaktır. 

Tarihin belli bir döneminde o günün siyasal, kültürel, entelektüel, ekonomik v.s. koşullarında ortaya çıkmış olan mezhep yorumlarının bugün mutlaklaştırılması ve hatta mezhebin dinin yerine ikame edilmesi hususu masaya yatırılmadan bugün yaşadığımız mezhep eksenli krizlerin çözümü mümkün değildir. İran, İskenderiye, Hint ve Antik Yunan medeniyetleriyle karşılaşmanın bir sonucu olarak İslam dünyasına sirayet eden ve devrimci zühdün ve irfani yücelişin ve hikemi tavrın yerine ikame edilen Batıni/işraki ekollerin bugün Müslümanların zihinlerini nasıl iğdiş ettiği ve İslam’ı nasıl deforme ettiği üzerinde esaslı bir biçimde durmadan yaşadığımız düşünsel buhranlardan kurtulmak mümkün olmayacaktır. Aziz Kur’an’ın ''mehcur'' bırakılması ve Rasul-ü Zişan(s.a.v)’ın efsaneleştirilmek suretiyle hayatın dışına itilmesinin tabi neticesi olarak türeyen mitolojik şahsiyetlerin, mükerrem İslam dinini "kitlesel anestezi aracı" haline getirmesi meselesini masaya yatırmadan, yaşadığımız kaostan çıkış oldukça zordur. Suçu hep başkalarında arama hastalığından kurtularak gerçek anlamda bir özeleştiri yapmak suretiyle gerçek gündemler oluşturabiliriz. Modern kuşatmalar karşısında nasıl bir İslami duruş/dil sahibi olacağımıza dair bir perspektif ortaya koymak mecburiyetindeyiz. Bugün İslami kimliğin muhafazakarlık ve sağcılıkla özdeş hale geliyor oluşu karşısında dahi esaslı bir tavır sergileyemiyor oluşumuz, aslında, İslami dili gündemleştiremiyor oluşumuzun açık bir göstergesidir. İslam’ın özgün kavramlarının içinde yaşadığımız zamanı anlamlandırması ve tevhit eksenli düşünüşün her türlü mezhebi/meşrebi/hizbi/folklorik/teritoryal klişelerin fevkinde bir perspektifle her bir Müslüman’ı kuşatması gerekirken, radikalleşme tuzağına düşmek ve mübarek İslam’ı ulus-devlet klişelerine mahkum etmek kabul edilebilir değildir. Şurası bir hakikattir ki bir yerde sömürgeleştirme yaşanıyorsa orada sömürülmeye müsait bir zemin var demektir. Bu zemini oluşturanlar ise sadece emperyalistler değildir. ABD’nin veya İngiltere’nin onlarca yıldır Müslüman beldeleri sömürgeleştirmeleri Müslümanların sömürgeye müsait bir zemin oluşturmalarından dolayıdır. Bugün karşımıza İŞİD olarak çıkan yapılar, her ne kadar küresel istikbar tarafından üremesine müsaade edilmiş olsa da bu yapıların Müslümanlar arasında taraftar buluyor oluşu sadece emperyalistlerin suçlanmasının doğru olmadığını gösterir. Anlaşılması güç olan mesele ise, Müslümanların ellerinin altında korunmuş Kur’an olmasına ve Rasul(s.a.v)’ün pak hayatı bütün teferruatlarıyla biliniyor olmasına rağmen hala bu tür cehalet örneği eylemler/yapılar içerisine giriyor oluşlarıdır. 

Mü’min kişinin içinde yaşadığı zamana şahit olması, zamanın oğlu/ibn-ül vakt olması icab eder. Nasıl ki bütün peygamberler kendi toplumlarının ve zamanlarının şahitleri ve Allah’ta bütün bir zamanın ve mekanın şahidi ise kendisini İslam’a nispet eden kişinin de zamanının idrakinde olması gerekmektedir. Bu idrak mü’min kişiye bugüne özgü çözümlemeler yapmasını, bugüne özgü değer üretimini ve bugüne özgü takva dilini gündemleştirmesini ilham eder. Zamanın  şahidi olmak, yaşadığı çağın tüm hususiyetlerini bilme çabası içerisinde olmayı ve içinde yaşadığı çağa tevhidi hakikati ulaştırma sorumluluğuyla mücehhez olmayı gerektirir. İçinde yaşadığımız zaman diliminin nasıl şekillendiğine dair bir malumat sahibi olmadan bu çağa söz söyleyebilmemiz mümkün değildir. İslam’ın müstesna dili her çağın efkarıyla yüzleşebilecek ve aşabilecek kıvamdadır. Bugünün Müslüman’ının en önemli vazifesi ise bu çağın fikriyatını öğrenmek ve İslam’ın muştusunu bu çağın insanına ulaştırmaktır. Aktüel politik dilin ayartıcılığına kapılmak bugün yaşadığımız en önemli krizdir. Güncel hadiselerin keşmekeşi içerisinde asli olanı erteleyen ve fakat teferruat kabilinden şeylerle meşgul oluyoruz. Müslümanların bugün neden mezhebi argümanlarla birbirlerini boğazladıkları ya da neden İslam dünyasının  her türlü emperyalist/kolonyalist projeye teşne olduğunun cevabını aramak yerine politik manipülasyonlarla zamanlarımızı heder ediyoruz. Oysa ki bu korkunç durumun sebeplerini konuşmak ve kendi gerçeğimizle yüzleşmek zorundayız. Vesselam...

Kamil ERGENÇ

Diğer Makaleleri