İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Kamil ERGENÇ

Modern Paradigmayı Sarsan Adam: Seyyid KUTUB

Çağdışı olmuş hiçbir inanç ve dünya görüşünün adamı asılmaz. Asılan bir adamın ülküsü, asıldığı ülke için bir fantazya değil, tersine, statükocuların, yöneticilerin, bir anda toplumu  zapt edeceği korkusuyla geceleri kabus üstüne kabus geçirdikleri, gündüzleri çılgınlık nöbetleri içinde ne yapacaklarını bilemedikleri, düşünce planından taşarak hayat haline gelmeye başlamış, ülkenin geleceği için kaçınılmaz bir ölçüde söz sahibi olmuş bir ülküdür. Bu ülkünün düşünürlerinin bile asılmaya başlaması, yürürlükteki rejimin, son günlerinde kıran kırana bir ölüm kalım savaşına girişmesi anında olabilir. (Sezai Karakoç, Dirilişin Çevresinde, 4.baskı, s.110, Seyyid Kutup’un idamı sonrasında yazdığı "Şehidin Mirası Zaferdir" yazısından)
 
Seyyit Kutup’u konuşmak, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İslamcılık fikriyatının serencamını konuşmaktır dersek herhalde abartmış olmayız. Sadece Türkiye’de değil İran’dan Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’dan Amerika’ya ve Avrupa’ya kadar etkili olmuş Müslüman bir ideolog olması dolayısıyla Seyyit Kutup, gerek özgün İslami düşüncenin ortaya konulması gerekse inandığı değerler uğruna gerektiğinde kendisini feda etmesi noktasında bugünün Müslümanları tarafından yeniden gündemleştirilmeyi fazlasıyla hak ediyor. Dahili ve harici oryantalist çevrelerce "radikalizmin/fundamentalizmin fikir babası" olarak tavsif edilen ve maalesef Müslümanların dahi kendi aralarında kimi zaman mezhep enstrümanı üzerinden kimi zamansa mutlaklaştırılan geleneksel formlar üzerinden marjinalleştirdikleri Kutup, çağının tanığı her mütefekkir gibi kendi tarih/zaman kesitinden bağımsız değerlendirilemez. Sadece Kutup için değil, hakkında konuşulacak her düşünür/mütefekkir/alim yaşadığı dönemin sosyo-politik, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel, yerel ve küresel gündeminden bağımsız değerlendirilemez/değerlendirilmemeli. Çünkü her mütefekkir çağının tanığı yani İbn-i Haldun’un deyişiyle "ibn-ül vakt"tır.
 
İslamcılığı sadece kuru bir retorik olarak değil, Batı Avrupa da başlayarak bütün bir dünyaya yayılma temayülü gösteren ve bugün bu amacına ulaşma noktasında ciddi mesafe kat etmiş bulunan Aydınlanma Düşüncesi’nin ve bu düşüncenin kaynaklık ettiği endüstriyel kapitalizm, sekülerleşme, bilim devrimi gibi olguların köklü bir eleştirisi ve tanrı-insan-evren telakkisinin İslam noktai nazarında yeniden tanımlanması gerektiğinin şartı olarak tezahür eden paradigmatik mücadele istinatgahı olarak görürsek, Seyyid Kutup’un bu süreçte oynadığı rol barizleştirilebilir. İslam’ın yalnızca ritüellerden ibaret manevi bir tatmin vasıtası olarak değerlendirildiği ve kimi zaman ulus-devletlerin ve/veya statükoların meşrulaştırılması için araçsallaştırıldığı günümüzde, İslamcılığı ve Seyyid Kutup’u konuşmak önemlidir diye düşünüyoruz. Çünkü Seyyid Kutup ulus-devletlerin cari olduğu halkı Müslüman beldelerde özellikle gündem dışı tutulmaya çalışılmış, adeta öcüleştirilmiştir. Arap beldelerinde Baasçılık olarak tebarüz eden ve Sovyet etkisinde neşv-ü nema bulan nasyonal sosyalist düşüncenin Seyyid Kutup gibi ümmet perspektifini önceleyen, itikat/akide bağını tüm diğer bağların fevkinde gören bir düşünüre tahammül etmeleri elbette beklenemezdi. Şimdilerde İŞİD ve türevleri bağlamında güya İslami tandanslı yapılanmaların Seyyid Kutup’tan beslendiği tezviratı, dahili ve harici oryantalistler tarafından özellikle gündemleştirilerek bu öcüleştirme sürecinin kemale ermesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Böylece Müslümanlar modern paradigmayla barışık bir İslam algısına mahkum edilmek istenmektedir. Ancak tüm bu yıpratma çabalarına karşı, modern paradigmaya yönelttiği esaslı eleştiriler ve Müslüman’ca düşünmenin imkanlarını öğretme noktasında gösterdiği olağanüstü çabalar nedeniyle Seyyit Kutup’un layıkıyla anlaşılması için çaba göstermek ve onun bu özgün tarafının bugüne nasıl taşınacağının olanaklarını araştırmak gerekmektedir.
 
Seyyit Kutup, sahih bir İslam düşüncesinin oluşması için evvela zihinlerimizin her türlü kirden arınması gerektiğine inanır. Bu kirlenme ister geleneğin mutlaklaştırılmasından isterse modern tahakküme maruz kalmış olmaktan kaynaklansın kendisinden uzaklaşılması gerekmektedir. İslam’ın ibadet ve muamelat olarak ayrılmasına karşı çıkar ve bütün bir hayatın aziz İslam’ın ilke ve prensiplerine göre düzenlenmesi gerektiğine işaret eder. İslam noktayı nazarından hareketle yaptığı modernite değerlendirmesinde "cahiliye" kavramı merkezi rol oynar. Ona göre cahiliye tarihin belli bir döneminde yaşanmış ve bitmiş bir davranışlar dizgesi değil halen devam eden tarih ve zaman üstü bir tavır alışın adıdır. Dolayısıyla Müslümanların yeniden tarih sahnesine çıkabilmeleri için tıpkı on yıldan fazla süren Mekke döneminde olduğu gibi aziz İslam’ın itikat manifestosunu hayatlarının merkezine koymaları gerekmektedir. Bu manifesto rab-kul ilişkisini olması gerektiği yere koymayı, hakikatin bilgisinin ilahi kaynaklı olduğunu kabul etmeyi, insan-Allah, insan-insan ve insan-evren ilişkisinin adalet ekseninde gerçekleşebilmesi için vahyin kılavuzluğuna ihtiyaç olduğunu tazammun eder. Seyyit Kutup’un "Cahiliye" kavramını tarihsel bağlamından çıkarmak suretiyle zamanlar üstü bir zihniyeti temsil ettiğine vurgu yaparak ortaya koyduğu tespitler İslamcılığın 19. yüzyılda ortaya çıkarken ki savunmacı ve entegrist yönünü olgunlaştırmış ve daha üst perdeden tavır alışın imkanlarını öğretmiştir. Napolyon’un 1798’de sadece askerlerle değil yanında getirdiği onlarca entelektüelle Mısır’ı işgal etmesi ve sonrasında evvela Ezher ulemasını yanına çekmek suretiyle müfredatın değiştirilmesine ikna etmesi, ardından Kavalalı Hanedanı tarafından Napolyon’un bıraktığı yerden ve daha radikal bir şekilde devam eden modern dönüşüm, denebilir ki İslamcılığın bir fikriyat olarak 19. yüzyılda tebarüz etmesinin önünü açmıştır. Kutup’un da yetiştiği çevre olarak Mısır, İhvan Hareketinin tam destek verdiği Hür Subaylar Darbesi’ne kadar yarı sömürge olarak kalmıştır. Napolyon’un yanında getirdiği entelektüeller ordusunun özelde Mısır genelde Müslüman beldeler için uygun gördüğü rasyonel düşünme biçimi ilk dönem İslamcılığının tavır alışında etkili olmuştur. Batıyı ahlaki olarak değil de teknik olarak taklit etmenin gerekliliğine inanan ilk dönem İslamcılığının yaklaşımı Seyyit Kutup’ta daha sağlam bir zemine oturarak  Aydınlanma sonrası yeniden şekillenen Batı’nın temel hususiyetleri; benliğin putlaştırılması, evrenin Allah’tan bağımsız olarak düşünülmesi ve gerek bireysel gerekse toplumsal alanda inisiyatifin kendisini Allahtan bağımsızlaştıran insana verilmesi olarak tanımlanır. Kutup’un bu tanımlamasında evvela Batı’da öğrenim gördüğü süreçte yaptığı gözlemler ve iki dünya savaşının Dünya’nın başına açtığı belalara yakinen şahitlik etmesi etkili olur. Bu nedenle modern paradigmanın insanlığın felaketi olduğunu ifade eder. Ona göre modern cahiliye 7. yüzyıl cahiliyesinden daha korkunç ve yıkıcıdır. Çünkü modern cahiliye bilgiyi sekülerleştirmiş,yani Allah’ı yeryüzünden kovmuştur. Bu zaviyeden olmak üzere sanattan edebiyata, felsefeden kültüre kadar bir çok alan modern cahiliyenin tesirinde kalmıştır.
 
Seyit Kutup’u daha iyi anlayabilmek için yaşadığı tarih zaman kesitine biraz daha yakından bakmakta fayda var:
 
İbrahim M.Abu Rabi’ye göre 20. yüzyıl Arap entelijansiyası özellikle üç kavram üzerinde -ki bu kavramlar aslında Arap Düşüncesi’nin moderniteyle birlikte doğasını da teşkil eder- durmuştur. Bunlar: 1- Nahda(Rönesans), 2- Sevre(devrim) ve 3- Avdet(kaynaklara dönüş) kavramlarıdır. Ulus-devlet yapılanmasının ete kemiğe bürünmeye başladığı zaman sürecinde Batılı entelektüel çevrelerden ciddi saldırılara maruz kalan Arap aklı ve entelijansiyası (burada Arap aklı kavramını belli bir toplumsal aidiyeti ifade etmek amacıyla kullanıyoruz. Yoksa yaşanan sorunlar sadece Arapları değil bütün bir İslam toplumlarını ilgilendirmektedir), nihayetinde kendisini ifade etmenin en işlevsel yöntemi olarak vahiy tarafından inşa edilen zihninin modern argümanları anlayamayacağı düşüncesi ile, Hamilton Gibb ve benzeri entelektüellerin kışkırtmalarıyla dinde yeni bir sürecin başlatılabileceğine ikna edildiler. Oryantalist düşünürler, özelde Arap aklına genelde ise Müslüman dünyaya kendilerini dinin geri bıraktığı düşüncesini kabul ettirmek için çok ciddi çaba sarfettiler. Bu çabalarında önemli ölçüde başarılı oldukları söylenebilir. Bunun en bariz göstergesi ise Müslümanların sünnet algısının değiştirilmesine dönük çalışmalardır. Pratik hayatın tanziminde oldukça önemli olan Sünnet, hadis kaynakları hakkında oluşturulan spekülasyonlar ve peygamberin (s.a.v) yaşadığı dönemin dışına taşmayan bir pozisyona mahkum edilmesi  ile gündemden düşürülmeye çalışılmıştır. Ne tesadüftür ki bu dönemler aynı zamanda Müslümanların yaşadıkları yerlerin doğrudan veya dolaylı olarak sömürgeleştirilmesi sürecine denk gelir. Bugün de en yıkıcı tartışmaların Sünnet ekseninde devam ettirilmesi gösteriyor ki modelsiz/örneksiz bırakılan Müslümanlar daha kolay kontrol edilebilmekte ve Batılı değerleri daha kolay içselleştirebilmektedirler.
 
Hamilton Gibb batılılaşmayı şöyle tarif eder:
 
1-Batılılaşma, batı askeri ve levazım tekniğinin yani ilerlemenin harici ve somut bilimsel araçlarının kabulüdür.
2-Batılılaşma, bir dünya görüşü ve bir rasyonalizasyon sürecidir.
3-Batılılaşma, felsefi ve eğitimle ilgili genel bir gürü(nü)ştür.
 
Gibb’in bu ifadeleri zımnen Arap coğrafyasındaki geleneksel eğitim anlayışının kökten değişmesini ve Batı tarzı rasyonalizasyon sürecinin bir benzerinin bu coğrafyada yaşanmasını gerekli görmektedir. Dikkat edilirse her üç madde de yeni bir düşünüş tarzının gerekliliğinden bahsetmektedir. Bu düşünüşün mihver noktası ise rasyonelliktir. Çünkü rasyonel düşünme  vahiy gibi "irrasyonel" bir olguyu kabul etmemektedir. Dolayısıyla ya vahyi rasyonel zemine çekerek tamamen aklileştirecek ya da yok sayacaktır. 
 
1930’lar da İslami söylem Mısır'da dört eğilimi kapsıyordu. 1- Ulema söylemi 2- Modernist söylem 3- Sekülerleşmiş Müslüman söylemi ve 4- Müslüman Kardeşler söylemi. Bu akımların ilk üçünde -burada ulema söylemiyle Ezher’in söylemi kastedilmektedir- bir tür nesneleşme söz konusu iken, Müslüman kardeşlerin tutumu İslam’ın bir sistem olarak yeniden hayat sahnesine çıkmasını içermektedir. Ulemanın bu süreçte etliye sütlüye karışmayan tavrı Müslüman Kardeşlerin kurucusu Hasan el Benna’yı en fazla üzen husus olmuştur. Bu çerçevede Ezher şeyhi Decavi’ye Mısır toplumundaki bozulmadan şikayet ettiğinde aldığı, beladan uzak durması ve kendini koruması tavsiyesine çok içerler ve şeyhe oldukça ağır bir cevap yazar. Hasan el-Benna’nın şerrin kaynağı olarak belirlediği: sömürgecilik; siyasi, şahsi ve mezhebi farklılık ve bölünmeler; çıkarcılık; yabancı ortaklıklar; batıyı taklit; laik kanunlar; ateizm ve entelektüel kaos; aşırı arzular ve iffetsizlik ile söylem ve tahlillerdeki bilimsel metot eksikliği, bugün dahi İslam ümmetinin ortak problemleri olarak karşımızda durmaktadır. Hasan el-Benna’nın çağrısını yaptığı dönem her anlamda bir bozulmanın yaşandığı ve bir kurtuluş ideolojisinin beklendiği bir dönem olma özelliği taşır. Dolayısıyla değerlerine sıkı sıkıya bağlı ve nefsinin arzularına  ve güç odaklarının ayartmalarına karşı oldukça vakur bir duruş sergileyen Benna’nın çağrısı, zaten bir beklenti içinde olan kitleleri harekete geçirmekte etkili olmuştur. Eric Hoffer, kitle hareketlerinin yükselişi metaforundan mülhem olarak İhvan Hareketi’nin kısa sürede elde ettiği başarıların Hasan el-Benna’nın liderlik yönünden ziyade kaos içerisinde yaşayan ve adeta bir kurtarıcı bekleyen Mısır toplumunun içinde yaşadığı durumdan kaynaklandığını ileri sürer. Eric Hoffer, liderin bir hareketin yükselmesine imkan verecek şartları oluşturamayacağının altını çizer ve mevcut durumdan şiddetli bir memnuniyetsizlik olmadan güçlü ve kabiliyetli bir liderliğin taraftarsız kalacağını ifade eder. Ancak durum Hoffer’in iddia etiği gibi olsa dahi geniş kitleleri bir ideoloji etrafında örgütlemek, onları sevk ve idare etmek başlı başına büyük bir iştir.
 
Seyyid Kutup İhvan hareketinin Benna’dan sonra entelektüel zeminini billurlaştıran ve yerli yerine oturtan önemli bir simadır. Kutup’un entelektüel dünyası iki bölüme ayrılır; Birincisi İhvan öncesi dönem, ki bu dönem Seyyid Kutup’un İslam’ı ve Arap dilini Mısır zihnine uzak gördüğü dönemdir. İkinci dönem ise İhvana katılması ve sonrasını ifade eder. Seyyid Kutup 1938 de yayınladığı iki makalede İslam ve gelenek karşıtlığı üzerinde durarak Mısırcılık  akımının etkisi altında kaldığını faş eder. Kutup bu dönemde, dilin canlı bir organizma olarak sürekli kendini yenileyen yönüne vurgu yaparak, Arap dilinin bugünü anlamlandırmada sıkıntılar çektiğine işaret eder ve  modernistler tarafındaki yerini alır. Bir Arap yada Müslüman olmaktan çok bir Mısırlı gibi konuşan Kutup’a göre, Arap dili tarihi gerçeklere olduğu kadar Mısır milletinin eşsiz tabiatı ile sosyal ve tarihi ihtiyaçlarına da tabi olmalıdır. Gelenekçiler ve modernistler arasındaki kavgayı ele aldığı makalesinde Kutup Arap dilinin; modernist ekolün geniş duygu dünyası, zengin psikolojik birikimi ve mevcut tecrübesiyle karşılaştırıldığında; eski ekolün duyguda sığ, bilinçte ilkel ve hem psikolojik hem de tecrübi olarak pekte iyi sayılmayacak durumda olduğunu söyler. Kutuptaki değişim 1940’lar da Kur’an’ın estetik ve sanatsal vurgusunu ifadelendirmeye başladığı döneme rastlar. Bu dönem boyunca Kutup Kur’an’ın orijinal saflığını ve imgelerindeki büyüleyiciliği keşfeder.
 
Kutup, Kur’an’ın 7. asır Arap yarımadasını sosyal, siyasal ve ideolojik olarak değiştirdiğini söyleyerek 1950 ve 1960’lar da sistematiğini Kur’an merkezli olarak metafizik ve teolojik doktrin, cemiyet veya ümmet ve hukuki/sosyal düzenleme ve davranışlar olarak teşekkül ettirir. İslam da sosyal adalet isimli kitabıyla içinde yaşadığı toplumun sosyal ve ekonomik sorunlarına dikkat çeken Kutup, karınları boş olanların yüksek sesli vaatleri dinleyemeyeceğini ifade ederek, sağlam bir ekonomik yapısı olmayan ve  çoğunluğun azınlık tarafından sömürüldüğü toplumların sosyal adaleti sağlayamayacağına vurgu yapar ve her Müslüman şahsiyetin içinde yaşadığı toplumda bu bilinçle hareket etmesini savunur. Bu çerçevede Kutup, zayıf kitlelerin sömürgeleştirilmesinde gerçek düşman olarak yerli kapitalistler, gazeteciler, İngilizler veya beyaz zihniyetli Mısırlılar, politikacılar ve Dünya için dinlerini satan ulemayı görür. Dış düşman ise emperyalistler, haçlılar, kapitalistler ve misyonerlerdir. Bu dönemde Kutup bozuk sosyal düzeni orta çağ feodalizmine ve ona eşlik eden sefil çoğunluk ile elit azınlık arasındaki sosyal ve ekonomik kutuplaşmaya benzetir. Özellikle ulemanın sosyal ve ekonomik açıdan böylesine buhranlı bir dönemde susması Kutup’u oldukça etkiler. Yazdığı Me’areketü’l-İslam makalesinde din adamlarını İslam’ın gerçek imajını temsil etmeye Allah’ın en uzak kulları olarak niteler.
 
İslam’ın kapitalizmle savaşı adlı eserinde Kutup’un İhvan hareketine teslimiyeti aşikar bir boyut kazanır. Artık akide kavramı Kutup’un düşüncesindeki en merkezi kavramlardan biri olur. Ona göre akide kişiyi devrimci bir vizyona sahip kılan, hareketi teşvik eden ve tanrı ile iletişimi her daim canlı tutarak aciz insanı harekete geçiren en önemli amildir. İslam ve evrensel barış adlı çalışmasında ise Kutup; karşılaşılan bütün siyasi, ekonomik ve ahlaki bunalımların aşılması için Müslümanların güçlerini birleştirici olarak akide kavramına değinir. Tüm bu çalışmalar Kutup’un İhvan sonrası dönemde akide kavramını merkezileştireceğini ve İhvan hareketinin entelektüel zeminini inşa ederken akide kavramından oldukça fazla istifade edeceğinin göstergesidir. 1951 ve 1953 arasında Diraset İslamiye de yazılan bir dizi makaleyle Kutup’un İhvanı benimseyişi belirginlik kazanır. O artık siyasal mücadele geleneği olan bir hareketin müntesibi durumundadır. Diraset İslamiye de Kutup kendini Müslüman olarak isimlendiren ve fakat farklı zulüm türleriyle savaşmayan, mazlumların haklarını savunmayan ve diktatörlere rağmen haykırmayanları ya hatalı, ya ikiyüzlü yada İslam’ın hükümlerinden habersiz olarak niteler. Bu dönemde ve sonrasında Kutup’un üslubundaki sertlik aşikar bir şekilde görülür. Özgür dünyanın ilkeleri başlıklı makalesinde Batı’nın özgürlük anlayışını sert bir şekilde eleştirerek Batının özgürlükten anladığının insan, zaman ve özgürlüğün ilerlemesine karşı duran İngiliz, Amerikan ve Fransız bloğunun tanımlanması olarak ifadelendirir. Emperyalist blok olarak adlandırdığı bu yapının Kuzey Afrika, Vietnam ve Filistin de yaptıklarının örneğini vererek aynı bloğun insanların zihinlerini kontrol etmek için milyon dolarlar harcadığını  ifşa eder.
 
1952 ile 1962'de Kur’an yorumu üzerine yoğunlaşan Kutup dinamik akide vurgusu ve bir bütün olarak İslam’ın yeni bir sistem sunduğuna ilişkin vurgularını güçlendirir. İslam akidesinin nasıl ki 7. asırda eli kolu bağlı olmayan bir şekilde dönüştürücü ve yeniden yapılandırıcı/devrimci bir yönü vardıysa, modern dünyadaki Müslümanların evvela bu hakikati kavramaları ve içinde bulundukları süreçlerle buna göre mücadele etmeleri gerektiğini ifade eder. Kutup pratiğe dönüşmeyen bilginin faydasızlığını sık sık vurgulayarak, şayet pratiği yoksa bugün kitaplıkları yeni kitaplarla yada zihinleri bilgiyle doldurmanın gereksizliğine vurgu yapar. Modern insanın çıkmazları ile cahiliye olarak adlandırılan dönem arasında paralellikler görmesine rağmen, Kutup bugünün daha karmaşık olduğunu düşünür. Temel sorunu modernitenin tüm unsurlarıyla yerinden sökülüp yerine İslam’ın gelmesidir. Bu nedenle o İslam mesajının temel anlam ve karakterini yitirmeden modern Dünyaya uydurulabilir mi? sorusunu hiç sormaz. Bundan dolayı kimilerince ütopist olarak değerlendirilir. Onun cahiliye olarak nitelediği moderniteyle uzlaşmaz tavrı, İslamcılık düşüncesi büyük oranda tercümelerle şekillenen Türkiye gibi ülkelerde bazı yanlış anlamalara sebep olur ve tekfir furyasının başlamasına öncülük eder. Kutup’a karşı mesafeli duruşun en önemli sebeplerinden biri de ondan esinlendiğini iddia eden insanların tekfirci yaklaşımlarıdır. Oysa ki Kutup Müslüman’ca düşünüşün ancak mutlaklık makamında olan Allah(c.c.)’ın ilke ve prensiplerine gerçek anlamda ram olunarak gerçekleşeceğine özenle vurgu yapar. Modern  düşüncenin rasyonalite temelli olduğunu ifade eden Kutup, bilgi teorisinin Batı dünyasında sadece deney ve gözleme dayalı yani rasyonel bir mecraya oturtulduğuna işaret ederek bu durumun bilginin sekülerleşmesine neden olduğunu bu nedenle modernitenin batıl bir zemin üzerinde yükseldiğine işaret eder.
 
Seyyit Kutup 17. yüzyıl bilim devrimiyle başlayan, 19. yüzyılda önemli bir ivme kazanan 20. yüzyılda ise Dünya sathına yayılma emareleri gösteren modern düşünceyi ve onda içkin endüstriyel kapitalizm, sekülerlik ve rasyonaliteyi İslam noktayı nazarından sarsan/yerinden eden bir Müslüman mütefekkir olarak tarihteki yerini almıştır. Onun eleştirilerinin olgunlaştırılarak bugünün dünyasına uyarlanması ve açtığı "kavramsal özgünlük" çığırının devam ettirilmesi bugünü idrak eden İslamcıların vazifesidir. Küreselleşme olgusunun her geçen gün kendisini muhkemleştirdiği ve Dünya’nın Batılı/neo-liberal değerler çerçevesinde birörnekleştirildiği bir vasatta, sadece Müslüman toplumların değil bütün bir Dünya insanlığının kurtuluşu aziz İslam’ın Allah-insan-evren tasavvuruna boyun eğmekten geçiyor. Bu tasavvuru ortaya koyacak ilmi ve entelektüel havzayı inşa etmek ise asla ve kat’a ihmal edilmemesi gereken bir vazifedir. Bugüne şahitlik edenler olarak bizlerin modern/post-modern v.b. her türlü kuşatılmışlığı ve tahakkümü aşmamız ve aziz İslam’ın muştulayıcı mefkuresini insanlığa ulaştırmamız gerekmektedir. Her türlü yerelliğin/taşralılığın/içe kapanmanın ve sığlığın anaforundan kurtularak, evrensel İslami hareketin/mesajın mümessilleri olmayı şiar edinmek boynumuzun borcudur. Aziz İslam’ı şirk üreten sistemlerin yamağı yapmadan özgün ve özgür İslami dili üretebilmenin imkanlarını aramak zorundayız. Vesselam… 

Kamil ERGENÇ
kamilergenc@hotmail.com
 

Diğer Makaleleri