İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Kamil ERGENÇ

DİRENİŞ HATTI MASALI

İran, Suriye, Lübnan hattının küresel emperyalizm karşısındaki tek direniş hattı olduğu ve bu nedenle Suriye’nin düşürülerek Hizbullah’ın lojistik hattının kesilmek istendiği ve İran’a müdahalenin önünün açılacağı; lojistik hattı kesilen Hizbullah’ın İsrail için bir tehlike olmaktan çıkacağı ve dolayısıyla uzun vadede Lübnan’ın İsrail tarafından işgal edilmesinin önünün açılacağına dair iddiaların temelsizliği her geçen gün daha da aşikâr oluyor. Bu iddiaları dillendirenler, bizlerden Suriye’deki kıyıma sessiz kalmamızı bekliyorlar. Yani Suriye’de direnişi desteklemek bir bakıma emperyalizmin tarafında ve direniş hattının düşmanı olmak gibi algılanıyor. Türkiye’de ki İslamcı entelektüel havzanın bundan dolayı bölündüğü ve Türkiyeli Müslümanların Suriye hassasiyetinin bu iddialar sebebiyle örselendiği ise artık gizlenemez bir hakikat. Ancak buna itirazımız var.
 
Öncelikle İran’ın devrimin ilk yıllarındaki ümmet eksenli ve mustazafların hamisi pozisyonunu devam ettirip ettirmediği hususunu masaya yatırmak gerekiyor. Merhum Humeyni’nin “Şiilik yok, Sünnilik yok yalnızca İslam var’’ sözlerinde belirginlik kazanan ümmetçi çizgi, maalesef, devrimin hemen ardından kaybolmuş ve Pers kültürünün yeniden diriltilmesi suretiyle İran, ulus devletleşme sürecine evrilmiştir. Yani devrimin ilk yıllarında gözetilen idealist dış politik yaklaşım yerini, özellikle Hama katliamı karşısında sessiz kalma, Çeçen mücadelesine karşı ilgisizlik, ABD ile Irak ve Afganistan’da işbirliği yapma, Suriye tutumu ve son olarak Mısır’daki darbeyi destekleme gibi yaklaşımlarla realist/reel politik bir yaklaşıma bırakmıştır. İran, merhum Şeraiti’nin ifade ettiği Safevi Şia’sı ve Ali Şia’sı ikileminde tercihini Safevi Şia’sından yana yaparak, ümmet eksenli duruşunu zedelemiştir.
 
Tunus, Libya ve Mısır’da gerçekleşen diktatörlerin devrilme sürecinde kendisinden beklenildiği şekilde halkları selamlayan ve hatta İran devriminin bugün Kuzey Afrika’da meyvelerini verdiğini ifade eden İran’ın, sıra Suriye’ye geldiğinde bu tutumundan vazgeçerek, Suriye’de başkaldıranları küresel emperyalizmin oyuncağı ve direniş hattının düşmanı olarak yaftalaması, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız reel politik tavrın bariz bir göstergesidir.
 
Irak’ın ABD tarafından işgali sürecinde pasif kalmayı ve Saddam sonrası Irak için ABD ile işbirliği yapmayı kabul eden İran’ın, bugün Suriyeli direnişçiler için emperyalizmin uşakları ifadesi ise bir hayli enteresan. ABD işgaline direnme kararı alan Mukteda Sadr gibi aykırı Şiileri Tahran’a davet ederek Ayetullahlık müessesesi ile ikna etmeyi deneyen ve bunda da büyük oranda başarılı olan İran, Irak’ta ki merkezi Maliki hükümetini de kafakola alarak bugün Suriye hattını muhkemleştirmiş görünüyor. İran’ın bu tavırları, reel politiğin dahi sınırlarını zorluyor.
 
İran’ın İslam devriminin ilk yıllarından beri sürdürdüğü tek idealist dış politik yaklaşımı Kudüs üzerinden olmuştur hiç şüphesiz. Ancak bu yaklaşımı da Suriye tutumundan dolayı ciddi itibar kaybına uğramıştır. Çünkü İran’ın Filistin’de desteklediği Hamas hareketi İhvan kökenlidir. Oysaki aynı İran, Mısır’dan sonraki en sağlam örgütlenmesi Suriye’de olan İhvan hareketinin direnişini Eset’i destekleyerek ve kontrolü altındaki Hizbullah’ı sahaya sürerek kırmaya çalışmaktadır. Bu durum, İran’ın Filistin meselesine yaklaşımının da savunma hattını genişletme çabası olduğu ihtimalini güçlendirmektedir.
 
Şu çok açık bir şekilde bilinmektedir ki bugün İran Suriye’ye desteğini çektiğinde Eset’in varlığını devam ettirmesi çok zor bir ihtimaldir. Eğer mesele direniş hattının zafiyete uğramaması, Hizbullah’ın İsrail karşısında mukavemetinin sürekli canlı tutulması ise İran Suriye’de olayların başladığı ilk aylarda Eset’ten daha fazla İsrail karşıtı olan İhvan ile anlaşabilir ve Eset’in gidişini hızlandırarak bugün yüz binleri bulan katliamı önleyebilirdi. Kaldı ki böyle bir projeye Türkiye’de destek verebilirdi. Oysaki direniş hattını temsil ettiği iddia edilen Eset,40 yıldır işgal altında olan Golan tepelerini, bırakın İsrail’den geri almayı, buradan İsrail’e tek bir kurşun dahi at(a)mamıştır. Yani Eset’in İsrail karşıtlığı ve direniş hattının destekçisi iddiaları dezenformasyondan başka bir şey değildir.
 
İmam Humeyni’nin henüz hayattayken Albay Mustafa Çamran’ın öncülüğünde kurulmasına önayak olduğu Hizbullah, İran’ın yönlendirmesiyle, Eset’in tarafını seçmiştir. Öyle ki Hizbullah militanları bizzat savaşa katılarak Kusayr gibi bazı stratejik yerlerin ele geçirilmesinde Eset’in elini güçlendirmişlerdir. 2006 yılında İsrail’le girdiği ve 30 gün süren savaştan galip ayrılan ve bütün dünya Müslümanlarının gönlünde taht kuran Hizbullah ve İran, Suriye tutumlarından dolayı kendilerini ümmetten tecrit etmiş ve acısı kolay dinmeyecek yaraların açılmasına sebep olmuşlardır. Nitekim geçtiğimiz günlerde AB ülkelerinin Hizbullah’ın askeri kanadını terörist ilan etmesine dünya Müslümanlarından ciddi bir tepkinin gelmemesi, büyük oranda, Hizbullah’ın Suriye tutumuyla alakalıdır.
 
Hizbullah’ın Suriye tutumu, İran’ın savunma hattının Lübnan ve Suriye’de başladığını aşikâr etmiştir. İran ise bu süreçte halkını kasıtlı olarak yanlış ve/veya eksik bilgilendirerek içeriden gelebilecek tepkilerin önüne geçmeyi amaçlamıştır. İran, tıpkı ABD gibi kendisini bir düşman üzerinden tanımlayarak iç siyasette oluşabilecek muhalefeti önlemeye çalışmaktadır. 
 
Riyad’ın-ki Riyad demek büyük oranda ABD demektir -İran’ın Suriye politikasına karşılık, mezhebi argümanlarla, Suriye’de el-kaide tarzı selefi yapılanmaları desteklemesi ise direnişin masumiyetine gölge düşürmüş ve direnişi marjinalleştirmiştir. Aynı Riyad bunu Irak ta Zerkavi grubunu destekleyerek yapmış ve ABD’nin katlettiğinden daha fazla Müslümanın mezhep taassubu üzerinden katledilmesine sebep olmuştu. Şimdi aynı senaryo Suriye için uygulanmak istenmektedir. Nitekim dünya medyası Suriye direnişini el-kaide merkezli vermek suretiyle bu amaca hizmet etmektedir. Direnişin marjinalleştirilmesi/el-kaideleştirilmesi uzun vadede İran’ın, Rusya’nın ve Eset’in işine yarayacaktır. Cenevre görüşmelerinde Eset’in, Rusya’nın da desteğiyle, dünya kamuoyunu teröristlerle savaştığına ikna etmesi, gelinen noktada, ihtimal dışı değildir.
 
Sonuç olarak, bugün bize direniş hattı olarak yutturulmak istenen İran, Suriye ve Lübnan hattı aslında İran’ın kendisine yönelik tehditleri sınırları dışında karşılaması stratejisinden ibarettir ve tamamen reel-politik bir yaklaşımın ürünüdür. Nitekim şimdi bu hatta Irak’ta katılmıştır. Anayasasının 154. Maddesi’nde “……yerkürenin her köşesinde mustazafların müstekbirlere karşı haklı mücadelelerini destekler’’ ifadesi yer alan İran’ın Suriye tutumu tipik bir iç çelişki örneğidir. Bundan sonra devrimci bir İran’dan değil, ancak, ulusçu bir İran’dan bahsedilebilir.
Vesselam… 
 

Diğer Makaleleri