İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Kamil ERGENÇ

KAVRAM KARGAŞASI

İlginç vakitlerde yaşıyoruz. Kavramların birbirine karıştığı, anlamın buharlaştığı zamanlara şahitlik ediyoruz. Algıların yönlendirilebildiği ve özgür düşünme eyleminin kaybolmaya yüz tuttuğu bir zaman diliminin içindeyiz.
 
Toplum formunu kabul eden Müslümanlar, bireyleşmenin de önüne geçemiyor. Birey ve toplumun birbirini besleyen iki olgu olduğu gerçeği ıskalanıyor. Toplum kavramının Müslümanların dünyasında bir yere tekabül etmediği, bu kavramın modern sosyolojinin ürettiği bir kavram olduğu yadsınıyor. Batıda, Rönesans sonrası Protestan ahlak ile şekillenen modernite, birey ve toplum kavramlarını sistemleştirerek; birey dediğinde batılı bireyi, toplum dediğinde ise batılı toplum anlamlandırmasını izhar etmiş oluyordu. Yani aslında bizim bugün içselleştirdiğimiz bu iki kavram, Batıdaki kilise despotizmi karşısında özgürleşme mücadelesi neticesinde üre(til)miş kavramlardı.
 
Kendisini Müslüman olarak adlandıranların modern dünya ile entegrasyon adına Batı menşeli kavramları kullanarak içinde bulunduğuz durumu açıklama gayretleri oldukça sığ bir tavır olarak karşımızda duruyor. Birey ve toplum kavramları üzerinden yapılan değerlendirmelerin ulvi değerler sistemi olan İslam’ın dünyasında realitesinin olmadığı fark edilemiyor. Muazzez İslam’ın bireyleşme ve toplumlaşma değil de, birbirlerinin velisi olan ve marufu emrederek münkerden nehyeden bir cemaat olma vurgusu gözlerden kaçıyor. Müminlerin birbirlerine karşı sorumluluklarının en önemli göstergesi olan cemaat olgusu, realitedeki menfi uygulamalar nedeniyle maalesef oldukça sefil ve kaypak bir zemine taşınarak asli misyonundan uzaklaştırılıyor.
 
Cemaat olmak, şahsiyetin imhası ve özgün düşünmenin önündeki engel olarak lanse ediliyor. Cemaat olmak, aklı kiraya vermek ve sürü psikolojisi içine girmek olarak algılanıyor/adlandırılıyor. Cemaat olmak, yapıcı eleştirellikten yoksun olmak ve lider/şeyh/hoca tahakkümü olarak tesmiye ediliyor. Cemaat olmak, okuma ahlakından uzaklaşmak ve Kitab-ı Kerim’in anlaşılması hususunu birilerine havale etmek olarak anlaşılıyor. Cemaat olmak, insanın kendi fikirlerinin öznesi olmasını zedeleyen patolojik bir hal olarak değerlendiriliyor. Cemaat olmak, maruf üzerinde yardımlaşma ve hayra teşvik gayreti/çabası olmak değil de, edilgenleşme ve nesneleşmenin zemini olarak görülüyor.
 
Kitab-ı Kerim’i okuyan müminlerin hayra çağıran, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir topluluk vurgusunu gündemleştirmeleri gerekiyor. Kitab-ı Kerim’in muhatap aldığı Müslümanların, mümin erkek ve kadınların birbirlerinin velileri olduğu hakikatini serlevha yapmaları gerekiyor. Rasul(a.s)’ün önderlik ve örnekliğini kabul eden Müslümanların “mümin müminin aynasıdır” hadisi şerifi üzerinde tefekkür etmeleri gerekiyor. Yola çıkarken dahi aranızdan bir imam seçin diyen peygamberin ümmeti olma şerefine nail olanların, modernitenin bireysel kuşatmaları karşısında sarsılmamaları icap ediyor. Modernitenin bireyselleştirerek yalnızlığa ittiği insanın belli bir süre sonra kendi kendisinin tanrısı olacağı gerçeğinin bugünün zihnine zerk edilmesi gerekiyor.
 
Müslümanların bireyselleştiklerinden şikâyetçi olanların İslam’ın özgün kavramlarını özgürleştirmeleri ve gerçek anlamda cemaat şuurunu taşımaları elzemdir. Modernitenin yalnızlaştırdığı insanlığa mümin duyarlılığıyla yaklaşarak, ateşe koşan kelebeklerin kurtarılması demek olan tebliğ vazifesinin gereğini yerine getirmek boynumuzun borcu olmak durumundadır. Gerçek anlamda cemaat olabilmeyi evvela kendi zeminimizde sağlıklı bir şekilde gerçekleştirmemiz gerekiyor. Birbirimizin cennetini inşa eden bir duyarlılıkla hareket etmek ve sorumluluklarımızı askıya almamak durumunda olduğumuzu hakkalyakiyn idrak etmek mecburiyetindeyiz.
 
Özgürlük, liberalizm çağrısı altında fahşa ve münkerin yaygınlaştırılması ve normalleştirilmesi gibi bir tuzakla karşı karşıya olduğumuzu fark etmeliyiz. Bireysel özgürlükler adı altında ne kadar sefil ve sufli eylem ve kanaat varsa insanımızın karşısına çıkarılabiliyor. Medya ayartıcısı sayesinde her türlü melanet ve rezillik kitlelere zerk edilebiliyor. Liberal ahlak Müslümanların dünyasına sokulmaya çalışılıyor. İslami referanslarından haberdar olmayan Müslümanlar, liberalist ve özgürlükçü söylemler karşısında hemen gardını indiriyor. Fahşanın ve münkerin meşrulaştırılması, mukaddes kitabından habersiz Müslümanlarca icra ediliyor.
 
Cemaat olma şuurunu terk eden Müslüman liberal ve özgürlükçü söylemlerin tesiriyle, asla ve kat’a İslamla bağdaşmayan fikir ve eylemlerin müdafii durumuna düşebiliyor. Müslümanların, İslamın cemaat algısını pratikleştirememelerinden dolayı modernite mevzisini güçlendiriyor. Siyasal ve politik dilin pragmatik yaklaşımları karşısında özgün ve özgür bir muhalif dil geliştiremeyen Müslümanlar, aynı siyasal ve politik dilin nesnesi durumuna düşüyorlar. Siyasal ve politik dil İslami ilke ve idealleri liberal, demokratik ve özgürlükçü söylemlerle eşitliyor. Özgün İslami dil, siyasal ve politik dilin pragmatikliğine feda edilerek liberal ve demokratik değerlerle özdeşleştirilebiliyor.
 
İslam’ın özgünlüğünü ortaya koyma liyakatinden yoksun olan Müslümanların gelinen noktada bireyleşme ve toplumlaşma olguları karşısında şikâyet etmeleri anlamsızlaşıyor. İslami kavramları özgürleştirme cehtinden yoksun olan Müslümanların, modern tahakküm karşısında direnmesi imkânsızlaşıyor. İslamı modern değerlerle uyuşabilir/anlaşabilir gösterme arzusu nedeniyle din dili sekülerleşiyor. Hoşgörü kavramı kullanılarak İslam’ın heybeti zedeleniyor. Hoşgörü kavramının çağımızın en kirli ve sefil kavramlarından biri olduğunu artık dile getirmemiz gerekiyor. Hoşgörü kavramıyla sufli, pespaye ve ilahi rızaya muğayir ne kadar eylem varsa meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Hoşgörü kavramıyla Müslümanın tebliğ vazifesi işlevsizleştiriliyor. Maruf olanı emretme ve münker olandan nefyetme sorumluluğu bulunan Müslüman, hoşgörü kavramıyla terörize ediliyor/ötekileştiriliyor.
 
İslam, kendisini öteki üzerinden tanımlayan değil, kendine özgü olandır. İslam, mensubuna sadece belli ritüelleri emretmekle kalmaz, aynı zamanda düşünme ve akletme yöntemini de öğretir. İslam, vicdanlara hapsedilemeyecek kadar yüce ve batınileştirilemeyecek kadar hayatın içindedir. İslam, sadece manevi bir tatmin vasıtası değil, hayatın her alanını kuşatan yüce değerler sisteminin adıdır. İslam’ın insanı, din dilinden soyutlanmış bir hayatı olumlayamaz. İslam’ın insanı, hoşgörü adı altında ilahi rızaya muğayir eylem ve fikirleri tasvip edemez. İslam’ın insanı, Allah’ın hoşnut olacağı bir hayatın inşası için ceht etmenin mukaddesliğine inanır. İslam’ın insanı, mensubu olduğu değerler sisteminin yegane hakikat olduğu inancıyla vakar ve özgüvenini her hal ve şartta izhar eder. Vesselam…

Kamil ERGENÇ
kamilergenc@hotmail.com

Diğer Makaleleri