İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Abdulkadir SEVEN

Putlaştırılan meta (Riba) belası

De ki: “Eğer siz ALLAH’ı seviyorsanız bana uyun; ALLAH da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. ALLAH Ğafurdur, Ra-himdir.” (Al-i İmran/31)

Türkçedeki yaygın karşılığı “faiz” olan Arapça “riba” kelimesi sözlükte “fazlalık” nema, artma, çoğalma; yükseğe çıkma; (beden) serpilip gelişme, gibi anlamlara gelir. Arapça’da tepelere, düz araziye nispetle daha yüksek oluşları sebebiyle râbiye, canlıları besleyip büyütmeye de terbiye denir. Bu sözlük anlamıyla riba hem bir şeyin kendi içinde bulunan hem de iki şey arasında mukayeseden doğan fazlalığı ifade eder. Kur’an’da riba kelimesi iki anlamda da kullanılmıştır. Fıkıh literatüründe riba, borç verilen bir paraya veya mal, belli bir süre sonra belirli bir fazlalıkla yahut borç ilişkisinden doğan ve süresinde ödenmeyen bir alacağa ek vade tanıyıp bu süreye karşılık onu fazlalıkla geri almanın veya bu şekilde alınan fazlalığın adıdır. Türkçe’de kullanılan “faiz” kelimesi de Arapça kökenli olup, genelde riba ile eş anlamlı kabul edilir. (1) 

Tarih boyunca ekinleri ve nesilleri heba edip toplumsal cinnete sebebiyet veren, ülkeleri ekonomik krize sokan ana sebeplerinden biri toplumların içinden kurtulamadığı faiz belasıdır. Faiz belası öyle bir bela ki ilk önce toplumların ekonomik yapısını çökertir sonra da tüm değerlerini yerle bir eder. 

İslam’ın ortaya çıktığı Arap toplumunda da faiz bütün çeşitleriyle biliniyor ve uygulanıyordu. Bu yüzden sermaye belli kesimin elinde yoğunlaşmış, gittikçe katlanan faiz borcunu ödeyemeyen kimseler veya bunların çocukları baskıcı güçler tarafından köle olarak satılmaya başlanmış, sonuç itirabıyla az bir kesim büyük çıkar sağlanmasına karşı geniş halk kesimi perişan olmuştu. Tevhidi bilinç Mekke sokaklarında dolaşırken kitlesel sömürü aracı olan riba ilk olarak Mirac döneminde kötülendiği görülür. Medine’de konuyla ilgili olarak ilk inen âyette ise Yahudiler’in başına gelen sıkıntıların nedenleri arasında, kendilerine yasaklandığı halde fâiz yemeleri gösterilir.
 
Rabbimiz kelamında şöyle buyuruyor: “Faiz yiyenler mahşerde şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, ‘zaten alışveriş de faiz gibidir’ demelerindendir. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kıldı. Kim Rabbinden bir öğüt gelir de faizcilikten geri durur ve vazgeçerse geçmişte elde ettiği kendisinin olur. Ve onun işi de artık Allah’a aittir. Kim faizciliğe dönerse, işte onlar cehennemliklerdir; onlar orada ebedi olarak kalacaklardır. Allah faizle mal eskiltir, sadakalarla da bereketlendirir. Allah nankör hiçbir günahkârı sevmez” (2)

İbn Mes'ud (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) ribâyı (fâizi) yiyene de, yedirene de lânet etti." Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin rivâyetlerinde şu ziyade vardır: "(Fâiz muâmelesine) şâhitlik edenlere de bu muâmeleyi yazana da..." (3) 

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer inanıyorsanız fâizden arta kalanı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, Allah’a ve Peygamber’ine karşı savaşa girdiğinizi bilin. Şayet tevbe ederseniz, anaparanız sizindir. Böylece ne haksızlık etmiş ve ne de haksızlığa uğramış olmazsınız.”(4)

Müfessirlerin çoğuna göre, ribâ âyetleri, Taif'te oturan Beni Sakîf kabilesinin faiz problemiyle ilgili olarak inmiştir. Bu kabilenin Hz. Peygamberle yaptığı Taif anlaşmasında faiz alacak-verecekleri lağvedilmişti. Mekke'deki Muğîre oğulları, Benî Sakîf'ten Amr b: Umeyr oğullarına olan faiz borçlarını ödemeyince, aralarında düşmanlık doğdu. Durum Mekke valisi Attab b. Esîd (ö. 13/634) tarafından Hz. Peygamber'e yazıldı. Bu soru üzerine ribâ âyetleri indi ve Hz. Muhammed, vâliye âyeti yazdı. Ayrıca hükme razı olurlarsa ne âlâ, aksi halde onlara harp ilan etmesini bildirdi. Bunun üzerine Taifliler faiz istemekten vazgeçtiler (5)

Buna ilave olarak Hz. Peygamber, kendi döneminde uygulanan işlemleri ve alım-satım türlerini de, ya faize yol açacağı, ya da faiz olduğu için yasaklamıştır. Mesela “eşya-yı sitte” veya “emval-i ribeviyye” hadisi diye meşhur bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Altına mukabil altını, gümüşe mukabil gümüşü, buğdayla buğdayı, arpa ile arpayı, hurma ile hurmayı, tuza mukabil tuzu satmayınız. Ancak eşit miktardan ve peşin olursa o müstesna. Her kim artırır veya fazla alırsa faiz alıp vermiş olur. Bunda alan ile veren arasında fark yoktur.” (6)  
 
Amr İbnu'l-Ahvas (r.a.) anlatıyor: "Hz. Peygamber (s.a.s.)'i Vedâ Haccı sırasında dinledim, şöyle diyordu: "Haberiniz olsun, câhiliye devrindeki bütün ribâlar kaldırılmıştır, ödenmeyecektir. Sadece verdiğiniz ana parayı alacaksınız. Böylece ne zulmetmiş, ne de zulme uğramış olacaksınız. Haberiniz olsun cahiliye devrindeki bütün kan dâvâları kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan dâvası da el-Hâris İbn Abdilmuttalib'in kan dâvâsıdır." Rasûlullah (s.a.s.): "Tebliğ ettim mi?" dedi. Cemaat: "Evet tebliğ ettin" dediler ve üç kere tekrarladılar. Rasûlullah (s.a.s.): "Ya Rabbi şahid ol!" dedi ve üç kere tekrar etti." (7)

Bir çok Hadis-i Şerif’te de Allah Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem) faizin kötülüklerinden bahsederek, onun yasak olduğunu dile getirmiştir. Bu durumda biz müslümanlara, büyük günahlar arasında yer alan faizden fersah fersah uzak durmak yakışır. Onun olduğu bölgeyi bırakın koruluğundan bile geçmek bize korku vermelidir. Günümüzde emperyal sömürü düzenin yaşandığını hatırlayacak olursak bundan tamamen kaçmanın o kadar da kolay olmadığını göreceğiz. Çünkü o hemen hemen her haneye girmiş, yuvaların ve nesillerin dağılmasına sebebiyet vermiştir. "İnsanlar öyle bir devre ulaşacak ki, o zamanda ribâ yemeyen kalmayacak. Öyle ki, (doğrudan) yemeyene buharı ulaşacak." Diğer bir rivâyette "...tozu ulaşacak" denir. (8)

Ribâ'dan buharın ulaşması, ribâ muâmelesine şâhidlik, kâtiplik yapmak veya ribâ yoluyla elde edilen kazançtan verilen ziyafetten yemek, böyle bir kazançla satın alınan hediyeyi kabul etmek gibi değişik şekillerde olabileceği belirtilmiştir. Bize düşen elimizden geldiği kadar samimi bir şekilde ondan korunmaktır. Biz bunu samimiyetle istersek Allah (c.c.) da bize bu yönde destekleyici sebepler yaratacak ve bizi bu beladan koruyacaktır inşaallah. İslamın faize neden bu kadar net tepki koyduğuna baktığımızda ahiret boyutuyla birlikte sosyal hayat dengesi açısında faiz yasağı, İslam iktisadının hem ana öğelerinden birisi, hem de makul bir gereğidir. İslam, servetin âtıl bırakılmamasını, üretim ve yatırım dışında tutulmamasını isteyerek faiz ortamının doğuşunun engelleyici bazı tedbirleri almıştır. İslam’da temel üretim faktörü olarak “emek” kabul edilip, sermayenin risk ve zarara katlanmadan tek başına kazanç aracı olması önlenmiştir. Çünkü bu sermaye ve servetin giderek belli bir zümrenin elinde toplanmasına, neticede insanların sınıflaşmasına, büyük bir kesimin mağduriyetine sebep olacaktır.

İslam’ın yerleştirmeye çalıştığı ahlâkî anlayış, yardımlaşma ve sosyal dayanışma ilkesi, zekât ve infak emri, emek ve sermayenin birlikte üretime ve yatırıma yönelmesi, kâr ve zararı birlikte göğüslemesi prensibi vb. düzenlemeler, bir bütünün birbirini tamamlayan parçalarıdır. İslam, nimetleri ve külfetleri topluma dengeli biçimde yaymayı ilke edinmiştir. Ağır diyet borcu altındaki suçlulara hazine veya akrabalarının hatta mensubu bulunduğu meslek kesiminin yardımını sağlarken savaş ganimetini, sermayenin belli ellerde dolaşmasını önleme gerekçesiyle, geniş bir kesime yaymıştır.

İslam miras hukukunda mirasçı zümrenin genişliği de bu anlayışın sonucudur. Günümüzde istatistik verilere baktığımızda ne yazık ki faizden korunma hassasiyeti neredeyse yok denecek kadar azalmıştır. Tüm bankalar arasında mevduatlara bakıldığında katılım bankaları dediğimiz kısıtlı olsa da faizsiz? çalışan finans kurumlarının, faizle çalışan bankalara oranı %4 olarak karşımıza çıkıyor, yani bu mevduatların %96 ‘sı faizin kol gezdiği bankalarda olduğu anlamına geliyor. İnsanlar ya bunun ehemmiyetinin farkında değil ya da imani noktada büyük bir zafiyet yaşanmakta. 


Toplumsal olarak faiz girdabına kapılmış, metaya olan kölelik neticesinde cinnet enfeksiyonu geçiren toplum haline gelmişiz. Daha müreffeh bir hayat anlayışı içerisinde banka kredi borçları tüm aile bireyleri dahi çalışsa ödenemez hal almıştır. Malesef kapital sömürü kişilerinin boyunduruğundan ve uçkurundan bağlayarak düşünmeyen ve akletmeyen varlıklar haline sokmuştur. İslami camialar bu toplumun birer parçası olarak alternatif kurumlar kursada ya tozundan yada neminden kendini alamamıştır. Zira büyüme ve daha güçlü olma endişesi bankalarla dirsek temas haline sokmuştur. İyi niyet endişeleriyle başlayan iş yerlerimiz belirli bir güce ulaştıktan sonra nerede duracağını belirleyememektedir. Çünkü kapital sermaye çarkı onuda kendi değirmeninde öğütmektedir. Birçok kurumun hali ortada maalesef

Rabbim tevhidi duruşuyla dik duran ve faizsiz bir dünyada yaşamayı bizlere lutfetsin inşaallah… Amin! 
 
Dipnotlar:
1) Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 12, s. 110 
2)(Bakara:275)
3) (Müslim, Müsâkât: 25, h. no: 1579; Ebû Dâvud, Büyû’ 4, h. no: 3333; Tirmizî, Büyû’ 2, h. no: 1206; İbn Mâce, Ticârât 58, h. no: 2277)  
4) Bakara278/279
5) et-Taberî, Tefsîr, 105, 106; Elmalılı, a.g.e., II, 972
6) Buhari, Bûyu/77–81. Müslim, Mûsakât, 79–85
7) Ebû Dâvud, Büyû’ 5, h. no: 3334; Müslim, Hac 147; Tirmizî, Tefsir, Tevbe 2; İbn Mâce, Menâsik h. no: 76, 84) 
8) Ebu Dâvud, Büyû’ 3, h. no: 3331; Nesâî, Büyû’ 2, h. no: 7, 243; İbn Mâce, Ticârât 58, h. no: 2278 


Diğer Makaleleri