İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Kamil ERGENÇ

Pragmatik Taraftarlıklar ve Bilinç Krizi

Küresel enformasyonun iğfal edici yönü her yeni güne daha fazla uyuşturulmuş olarak uyanmamıza sebep oluyor. Ayartılmaya hazır bilincimiz zaten içeriklendirilmiş kavramların tasallutuna teşne halde. Sorgulama yapma yeteneğimizi kaybettiğimiz için verili olana teslimiyet acziyeti içerisinde mutlu ve mesut olarak yaşamaya devam ediyoruz. Mü’minler olarak Dünya ile yaptığımız barışın tabii neticesi olarak “vehn” hastalığına düçar olduk. Rahatsız olmamız gereken bu yerde hiç olmadığımız kadar rahatız. İyilik ve güzelliklerden yana tüm hakkımızı bu dünyada doldurarak dar-ı bekaya geçme niyetindeyiz. Kışkırtılmış nefsimizle tekasür yarışında kabre kadar sürecek bir tamahkârlığa ram olmuşuz. İslami ilkelerimiz ve sorumluluklarımız giderek bireysel alana kaydığı için din dilinin hayattan soyutlanmasına sessiz kalabiliyoruz.
 
Sürekli olarak siyasi/politik manipülasyonlara maruz kalışımız nedeniyle bağımsız değerlendirmeler yapmaktan mahrumuz. Gündemlerimiz politik ayartıcılıklara endeksli olduğu için asli olanı bir türlü konuşamıyoruz. İktidar güdümlü medya aygıtları neyi nasıl düşünmemiz gerektiği noktasında bizleri koşullandırıyor. Kemalist yönlendirmelerin yerini ne yazık ki muhafazakâr yönlendirmeler almış durumdadır. Menderes döneminden başlayarak bugüne kadar ki tüm sağ/muhafazakar/milliyetçi iktidarların “kızıl kafir” karşısında “kapitalist kafire” yanaşmasının tabi neticesidir bugün Türkiye’nin İŞİD bahanesiyle kurulan koalisyona dâhil oluşu. Aslında şahit olduklarımız şaşırtıcı değil. Çünkü biz İslamcı olarak adlandırılan kimi şahsiyetlerin, Türkiye’yi dönemin emperyalist paktı olan CENTO’ya dâhil ettiği için Celal Bayar ve Menderesi tebrik ettiği ve Türkiye’nin Kore’ye asker gönderişini ehl-i kitapla komünistlerin savaşı gerekçesiyle meşrulaştırmaya çalıştığı bir gelenekten geliyoruz.
 
Lakin şaşırtıcı olan 1 Mart tezkeresinde ortalığı ayağa kaldıran Müslümanların bugünkü koalisyona ses çıkarmayışıdır. Bu sessizliğin benzerini NATO’nun Malatya Kürecik’e üs kurma sürecinde de yaşamıştık. Muhafazakar iktidar dışında bir hükümet döneminde yapılması halinde Müslümanlar tarafından kitlesel eylemlere konu olacak olan bu faaliyetler karşısında pragmatik, stratejik, reel politik argümanlarla sessiz kalınması kabul edilebilir değildir. Unutmamak gerekir ki ulus-devlet klişeleri nedeniyle sınırlara hapsedilmiş değerlendirmeler ümmet olma sorumluluğumuzu öteleyerek birey vurgusunu daha da kavileştiriyor. Muhafazakar demokrat iktidarın küresel istikbarın yanında, emperyalizmin uzak karakolu olarak yer alması karşısında İslam’ın hakkaniyet eksenli adil dilini konuşamıyoruz.
 
Enformatik iğdiş araçlarına gönüllü teslimiyetimiz, bugüne ve geleceğe dönük sahih adımlar atmamızı zorlaştırıyor. Dini hayatımız ritüellere endekslenmiş olmaktan öte gidememe gibi bir krizle karşı karşıya kalmış durumda. Konformist ve pragmatik emeller mü’min kimliğimizi tebarüz ettirmenin önüne geçiyor. İslam’ın bütün bir hayatı tanzim eden dili, politik ayartıcılıklar ve bu ayartıcılıklara teşne zihinler eliyle ya içeriksizleştiriliyor ya da folklorikleştiriliyor. Dini hayatın modern paradigmayı tahkim edici hale gelmesi hayra alamet değildir.
 
Siyasal/politik ayartıcılıkların mü’min kimliğimizi tahriş etmesi karşısında esaslı tavırlar geliştiremiyoruz. Verili olanın doğruluğu ön kabulüyle hareket ettiğimiz için gerçeklerin ortaya çıkmasına dönük soylu çabaların oldukça uzağında kalıyoruz. Hakikatin müdafaası için ceht etmemiz gerekirken verili olanın hakikat olduğuna önce kendimizi sonra da başkalarını ikna etmeye çalışıyoruz. İslami bilgi üretme krizini bir türlü aşamadığımız için verili olanın eleştirisini yapmakta zorlanıyoruz. Enformatik kirlilik karşısında hakikatin ortaya çıkması yönünde azami gayret göstermemiz gerekirken verili olana teslim olmayı yeğliyoruz. Oysa ki bu kadar bilgi kirliliğinin olduğu bir vasatta İslami sorumluluk taşıyanlar olarak bizlerin sahih bilginin peşinden koşmak gibi esaslı bir vazifemiz olmalıydı.
 
Siyasal alanın dinle temas kurmak için sığındığı muhafazakâr eylemlilikler, mü’min kimliğin tahrip olmasına sebep oluyor. Her yeni güne bir öncekinden daha anlamlı ve soylu çabalarla uyanması gereken Müslümanların, muhafazakârlığın kofluğunu deşifre etmesi gerekirken kendilerini bu kavram çerçevesinde tanımlıyor olmaları korkunç bir bilinç krizi yaşadığımızı gösteriyor. Muhafazakarlığın silik, eklektik ve pragmatik duruşu gittikçe Müslümanları da kendine benzetiyor. Devlet aklının stratejik, reel politik ve pragmatik duruşunun adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde eleştirilmesi gerekirken, devlet diline entegre bir duruşun temsilcileri olmaya doğru hızla ilerliyoruz. İslami bilgiyi üretemediğimiz için muhalefet ve isyan dili de üretemiyoruz. Dini hayatımızın ulus-devlet klişelerine mahkûm bir tarzda devam etmesi karşısında isyan bayraklarını yükseltmemiz gerekirken her şeyin süt liman olduğu bir zamanda yaşıyor gibiyiz.
 
İslami dilin adil ve bağımsız duruşu ciddi yaralar almıştır. Her türlü statüko karşısında mü’mince bir duruşun temsilcileri olması gereken bizlerin muhafazakar vandallıklar karşısında sükut etmemiz kabul edilebilir değildir. İslami sorumluluklarımız her türlü statüko karşısında basiret ve ferasetle bir duruşun mümessili olmamızı salık verirken uzlaşmacı, silik ve görmezden gelici bir tavrın Müslümanca bir tavır olmadığını fark etmemiz gerekiyor. Düşmanına dahi itimat telkin etmesi gereken Müslümanların pragmatik taraftarlıklar nedeniyle güvenilmez pozisyona rıza göstermesi İslami kimliğin ciddi yaralar almasına sebep olmuştur. Dindarlığı sadece şeklen değil, ilke ve prensiplerle de görünür kılmak mecburiyetindeyiz. Takva, hayatın tam orta ye rinde İslam’ın ilke ve prensiplerini görünür kılmak demektir. Modern/post-modern tahakkümün tüm unsurlarıyla insanımızı tektipleştirmesi karşısında feryat etmesi gerekenler olarak Müslümanların, iktidarın zarar göreceği endişesiyle suskunluğu seçmesi uyuşukluğun bariz bir göstergesidir.
 
Devletin muhafazakârlarla yaptığı ittifakı, İslami ilkelerin hâkimiyeti gibi algılayanlar ciddi yanılgı içerisindedirler. Muhafazakâr siyaset tarzının devletçe merkeze alınması, devlet aklının İslami ilkelerle barıştığının değil, İslami ilkelerin statükonun tahkimatı için araçsallaştırıldığının göstergesidir. Devletin, kendisini İslami(!) olarak lanse eden bir hareketle muhafazakârlar eliyle mücadele ediyor oluşu üzerinde dikkatlice düşünmek gerekiyor. Bu süreç bir yandan devletin geçmişte yaşanan olumsuz imaj sorununu ortadan kaldırırken, diğer yandan İslami ideallerle ortaya çıkma iradesi gösterecek olan hareketlerin ayaklarını denk almaya dönük bir çabadır. Unutmamak gerekir ki İslam muhafazakârlıkla hiç bir zeminde uzlaşacak bir paydaya sahip değildir. Muhafazakârlık aydınlanma paradigmasına bağlı bir düşünme ve yaşama biçimini ifade eder.
 
Yalnızca olaylara mahkûm olan bir zihinle sahih değerlendirmeler yapamayacağımızın farkında olmalıyız. Olaylar her ne kadar “ne oluyor?” sorusuna cevap verseler de “neden/niçin oluyor?” sorusuna cevap veremezler. Olaylar bizlere aktarılırken nasıl düşünmemiz isteniyorsa o şekilde kodlanarak aktarılmaktadır. Dolayısıyla sadece olaylara bakarak yapılan değerlendirmeler eksik ve kısır değerlendirmelerdir. Bu nedenle “neden/niçin oluyor?” Sorusunu sormak, dolayısıyla olgular üzerinde düşünmek zorundayız. Etrafımızda cereyan eden tüm hadiselerin gerçek cevabı “neden/niçin oluyor?” Sorusunda gizlidir. Oryantalizm, neo-liberalizm, sekülerlik gibi olgular üzerinde ciddi anlamda tefekkür edebilirsek, bugün coğrafyamızda yaşananların serencamı hakkında daha isabetli tespitler yapabiliriz. Muhafazakârlığın sığ sularında oyalanarak bu saydığımız olgulara esaslı cevaplar üretemeyeceğimizi bilmemiz gerekiyor. Muhafazakârlık bizleri teslimiyetçiliğe ve verili olanın kutsanmasına mecbur/mahkûm kılıyor.
 
Coğrafyamızda meydana gelen olaylar değerlendirilirken batı merkezli bir dil kullanıldığı için İslami çözümler bir türlü konuşulamıyor. Meselelerimizi değerlendirirken dahi batı diline mahkum olmak zihin dünyamızın nasıl bir kaos içerisinde olduğunun göstergesidir. Müslüman toplumların halen daha demokratik, seküler, liberal klişelerle oyalanması bilgi üretme krizi yaşadığımızın en büyük göstergesidir. Ümmet bilincimizin aldığı yaralar nedeniyle küfür ordularını kurtuluş çaresi olarak görecek kadar alçalabiliyoruz. Etnisite ve mezhep eksenli ayrışmaların Müslüman toplumlarda makes bulması Kitab-ı Kerim’in ne kadar uzağında yaşadığımızın apaçık bir delilidir. Etnisite ve mezhep gündemini aşarak meselelerini değerlendiremeyenlerin, İslam adına söz söyleyebilme hakları da yetkileri de olamaz. Mezhebi ve etnik ayrışmanın bırakın İslami bir gerekçesinin olmasını, insani ve ahlaki hiç bir gerekçesi yoktur. Tarihin belli bir döneminde o günün siyasi, politik, entelektüel, kültürel, coğrafi v.s. koşullarında ortaya çıkan yorumları mutlaklaştırarak ayrışma vesilesi kılanların İslami bir geleceği umut etmeleri beklenemez.
 
Enformatik iğfal araçları katilleri kahraman, direnişçileri terörist olarak yaftalamak suretiyle kitlelere pazarlıyor. Düzenli ordulara ve son teknolojik silahlara sahip olanlar kolonyalist emellerini meşrulaştırırken, izzetlice yaşama mücadelesi verenler terörist/militan gibi ötekileştirici kavramlarla tavsif ediliyor. Bu kolonyalist dilin tesiri altındaki kitlelerin de bu dili özümsemeleri ise en büyük trajediyi oluşturuyor. Sorgulama yapma yeteneğinden yoksun olanlar kolayca manipüle edilebiliyor. İsrail’in elli gün boyunca hiçbir ahlaki/insani kural tanımaksızın dünyanın en büyük açık hava hapishanesi olan Gazze’de yaptığı katliam karşısında sessizliği yeğleyenlerin, bugün oryantalist emellerin gerçekleşmesi için asistanlık yapan IŞİD adlı İslam libaslı şuursuzlar ordusunun eylemlerini gerekçe göstererek harekete geçiyor oluşu, ne kadar çirkin bir süreçten geçtiğimizin işaretidir. Guantanamo’da barbarlığın en iğrenç örnekliğini sergileyen ABD’nin insanlığın kurtarıcısı edasıyla hareket etmesi ise ironinin zirvesini oluşturuyor. Modern enformatik tahakküm, gerçek teröristleri kahraman, gerçek direnişçileri ise terörist olarak lanse ediyor. Ve ne hazindir ki Müslümanlar da bu dilin tesiri altında bulunuyor.
 
Küresel istikbarın insanlığı ahmaklaştırma gayretlerine onların çirkinliklerini deşifre ederek engel olabiliriz. Modern/seküler/neo-liberal olgulardan beslenen küresel istikbar ancak zihinlerimizi İslami ilkeler doğrultusunda özgürleştirebilirsek mağlup edilebilir. Etnik ve mezhebi ayrışmaların derinleştirilmesi ancak küresel küfür cephesinin işini kolaylaştırır. Bu süreçte Türkiye’nin emperyalist koalisyon içerisinde yer alması kabul edilebilir değildir. Türkiye’de ki İslamcı havzanın, hükümeti aldığı bu karardan vazgeçirmek için, 1 Mart tezkeresinde olduğu gibi, kamuoyu oluşturması elzemdir. Ümmet olma sorumluluğunu şiar edinenler ancak küresel tahakkümle baş edebilirler. Vesselam…
 
Kamil ERGENÇ
kamilergenc@hotmail.com


Diğer Makaleleri