İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Kamil ERGENÇ

GÜLEN HAREKETİ ÜZERİNDEN TERBİYE EDİLEN İSLAMCILIK

Türkiye’de göç olgusuyla palazlanan cemaat yapıları yıllarca modern şehir hayatında Müslümanca yaşama kaygısı taşıyan insanlar için bir sığınma kapısı oldu. Anadolu’dan büyük kentlere akan insanlar bu kentlerin keşmekeşi içerisinde kaybolmamak için cemaatlerin havzasına dâhil olmayı yeğlediler. Cemaatler, modern değerlerin yerleşmesine engel olma misyonları gereği önemli bir işlev görmüş olmaları yanında, politik ayartıcılığın da tesiriyle güçlerini siyasal alana kaydırarak her dönemde politik sonuçlar üzerinde etki eden bir pozisyon aldılar. Sadece Gülen Hareketi değil bugün Türkiye’de kemiyet ve ekonomik güç anlamında ciddi boyutlara ulaşan cemaatlerin sistemin özüne dönük değişimin gerçekleşmesi adına bir çaba içerisinde olduğunu söylemek güçtür. Bu yapılar daha çok modern hayatın buhranlarına karşı bir koruma kılıfı olmayı ve devletin arzuladığı uysal vatandaş formunun gerçekleştirilmesine hizmet etmeyi yeğlemişlerdir.
 
Gülen Hareketinin kendisine biçtiği misyon ve bu misyonu icra ederken uyguladığı usul ve yöntemler tartışılır olmakla birlikte, dini referanslara vurgu yapan yönü bu hareketi halk nazarında “İslami” kılmıştır. Dolayısıyla bugün devlet ile Gülen Hareketi arasındaki kavga taraflar itibariyle Cumhuriyet tarihinde ilk defa meydana geliyor denebilir. Genellikle seküler/Kemalist cenahın baskılarına alışmış olan Türkiye Müslümanlarının bugün kendisini muhafazakar demokrat olarak tanımlayan ve dini duyarlılığı yüksek bir tabana yaslanan  AKP tarafından “devlet menfaati” saikiyle “dini iddialı” bir hareketi hedef tahtasına koyması üzerinde dikkatlice düşünmek gerekiyor.
 
Devlet ile Gülen Hareketi arasındaki kavga gittikçe Türkiye sathındaki İslami cemaatlere ve/ veya gruplara “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” mantığı çerçevesinde bir gözdağına doğru evirilmektedir. Bu sürecin kendisini muhafazakâr demokrat olarak tavsif eden bir iktidar eliyle yürütülmesi ise meseleyi daha bir manidar kılıyor. Hükümet edenlerin İslamcı geçmişten geliyor olmaları onların kullandığı dilin sanki İslam’ın diliymiş gibi algılanmasına sebep oluyor. Bu sürecin uzun vadede Türkiyeli İslamcı havzaya ciddi olumsuz etkileri olacağını hatırlatmak isteriz.
 
Gülen hareketinin Türkiye’de ki köyden kente göç olgusunun bir neticesi olarak doğduğu ve bugünkü şekline bu olguyu bir mefkûre etrafında kümelendirerek geldiği bir gerçek. Ancak hareketin her türlü statükoyla uzlaşması ve makyavelist bir anlayışla örgütlenmesi ve ayrıca modern işrakilik diyebileceğimiz keşf, sezgi, ilham, rüya eksenli din algısı bu hareketin devlet mekanizmasına verdiği zarardan daha ziyade İslam düşüncesine verdiği zarar bakımından tartışılmasını gerekli kılmaktadır.
 
Ancak bizim burada dikkat çekmek istediğimiz asıl mevzu, devletin merkezine yerleşen muhafazakâr kesimlerin, İslami zemine oturduğunu iddia eden bir hareketin ehlileştirilmesi için çabalıyor oluşudur. Gülen Hareketi  yerel ve küresel istikbarla yaptığı işbirliği ve modern işrakilik içeren İslami algısıyla her ne kadar problemli bir hareket olsa da toplumda oluşturduğu algı bu hareketin dini/İslami renginin ağır bastığıdır. Dolayısıyla verilen mücadele dini bir cemaate karşı veriliyor görünmektedir. Bu sürecin İslami iddialarla ortaya çıkan cemaat ve/veya grupların toplum nazarında şaibeli hale gelmesi tehlikesi barındırması bir yana, devletin kendisini merkeze alarak tüm cemaatlere, zımnen, kontrol dışına çıkmaları durumunda Gülen Hareketinin başına gelenin kendilerine de teşmil edileceğinin telkininde bulunması, şimdiye kadar devlete rağmen mevcudiyetlerini muhafaza etmeye çalışan cemaatleri “devlet kurumu” yapmaya dönük bir çaba olarak algılanmaktadır. Hükümet sözcüsü Bülent ARINÇ’ın bu konu bağlamında “biz varsak cemaatler var” sözü meseleyi özetler mahiyettedir.
 
Sistemin özüne dönük değişimin arzulayıcıları olarak İslamcılar, 70’li yıllarda oluşturmaya başladıkları inkılabi yönü ağır basan ilmi/entelektüel birikimlerini 90’lı yılların sonuna doğru önemli bir aşamaya getirmişler, ancak devletin kendisini re-organize etme atağını fehmedemeyerek AKP ile sistem içerisine dâhil olmayı seçmişlerdir. Bu re-organizasyon süreci aslında 20. yüzyıl pozitivist egemenliğinin sona ermesi ve modernitenin ürettiği ulus devlet formunun, küreselleşmeyle birlikte, çatırdamaya başlamasıyla paralel gelişmiştir. İslamcılığın muhafazakar demokrat kimlik içerisinde merkeze oturma süreci şimdiye kadar oldukça başarılı bir şekilde gerçekleşmiş ve maalesef İslamcı dil özgünlüğünü kaybederek devlet diline entegre olmuştur. Bu süreçte İslamcılık, yalnızca başörtüsünün kamusal alanda serbest bırakılması ve İmam Hatip Okullarının önünün açılamasına indirgenerek sistemin özüne yönelik eleştirellik terk edilmiştir. İşte bugün İslamcılığı muhafazakâr demokrat kimlik kısırlığına mahkûm eden AKP eksenli İslami damarın, bir başka İslami damarı devlet adına, terbiye etmeye çalıştığı gerçeğine şahit olmaktayız.
 
Devlet bugün sistemin merkezine yerleşen ve meşruiyetini sağlamak amacıyla kendisini muhafazakâr demokrat olarak tanımlayan eski İslamcılar ile bir yandan 2000’li yıllarda bozulan imajını düzeltmekte, diğer yandan Gülen Hareketi üzerinden bütün cemaatlere “haddini bil” mesajını vermektedir. Gülen hareketinin uyguladığı metot gereği devlet mekanizmasını ele geçirecek boyuta ulaşması devletin kurucu paradigmasının müdafilerini endişeye sevk etmiş ve şimdilik sadece Gülen Hareketi av olarak seçilerek hizaya getirilmeye çalışılmıştır. Bundan sonra sıranın hangi cemaate geleceği meçhul olmakla birlikte, sistemin özünü değiştirmeye dönük emelleri olan her hareketin ciddi bir gözdağına maruz bırakıldığı inkâr edilemez bir gerçekliktir.
 
Bu noktada sadece muhafazakâr demokrat kimliğin değil Gülen Hareketinin temsil ettiği İslam algısının da İslamcılığın özgün ve inkılabi diline ciddi zarar verdiğini ifade etmek gerekiyor. Dolayısıyla İslamcılık hem AKP aracılığıyla muhafazakârlığa evirilmesi yönüyle hem de kendisini dini olarak adlandıran Türkiye’nin en organize yapısı Gülen Hareketi tarafından ciddi tahribata uğratılmıştır. Gülen Hareketinin batıni/işraki/ezoterik bir din algısına sahip olması en esaslı sorunlardan biridir. Bugün, bilinç devrimini gerçekleştirmeyi öncelemesi gereken İslamcılığın, Gülen Hareketi’nde ve Türkiye’de ki ekser cemaat ve tarikatlarda işraki/batıni/ezoterik tarz/usul karşısında, insanlığı uyandıracak ve adı geçen cemaat ve tarikatlar tarafından adeta uyuşturulmuş kitlelere uyanış aşısı yapacak bir formda kendisini güncellemesi gerekmektedir.
 
Devlet ile Gülen Hareketi arasında meydana gelen çatışma;
 
1-Devlet aklının merkezileşmesi ve yegâneleşmesi
2-İslami bilgide devlet tekelleşmesi (diyanet aracılığıyla)
3-Cemaatlere güvensizlik
4-Din dilinin örselenmesi
5-Müslümanlar arası güvensizlik
 
gibi sonuçlar doğurmuştur. Bu sonuçların her biri üzerinde etraflıca düşünmek ve konuşmak gerekir. Özellikle bilgide -ki bu bilgiye İslami bilgi de dâhildir- devlet tekelleşmesi şimdiye kadar devlete rağmen bir bilgi edinme/üretme ve kullanma çabası içinde olan cemaatlerin varlıklarını tehlikeye sokmuştur. Cemaat ve tarikatlar, cumhuriyet sonrası devlet gücünü laik/seküler bir toplum oluşturma noktasında seferber eden dâhili oryantalist elitler karşısında bir mukavemet hattı oluşturarak geleneksel de olsa İslam inancının öğrenilmesi ve öğretilmesi noktasında vazife irat ederken, devletin İslami bilgide de yegane melce durumuna gelmesi tüm cemaatleri işlevsizleşmiştir.
 
Sistem, seküler tabiatının zarar görmesini istememekte, cemaatlere de seküler davranmaları mesajı vermektedir. Yani cemaatler toplumun dini hayatını bireysel alanda tahkim edici olarak veya sosyal yardım projeleri üretme noktasında çaba gösterebilirler ancak sistemin paradigmasına dokunamazlar. Bu görev alanının dışına çıkan cemaatler Gülen Hareketi örneğinde görüldüğü üzere saf dışı edilebilirler. Devletin cemaatlerin görev alanlarını belirleyen pozisyonda olması ve bunu muhafazakâr bir iktidar eliyle yapması cemaatlerin devletleşmesini sağlayacaktır. Devlet zımnen bu ülkede dinin nasıl algılanacağına da ben karar veririm demektedir.
 
Devletin re-organizasyon sürecindeki özne oluşu Türkiye’deki cemaat ve hareketlerin İslami bilgi üretme kısırlığının da bir işaretidir aynı zamanda. İslami bilgi üretiminin bu süreçte diyanet aracılığıyla devlet eline geçmesi ve iktidarın Gülen Hareketini din diliyle eleştirmesi diğer tüm cemaat ve hareketlerin bundan sonra diyanetin ürettiği din diline veya din algısına mahkûm olduklarının bir işareti sayılabilir. Cemaat ve hareketlerin diyanetin din diline ve algısına mahkûm olmaları ise sistemin özüne dönük dönüşümleri asla ve kat’a gerçekleştir(e)meyecekleri anlamına gelmektedir.
 
Unutmamak gerekir ki diyanet, kuruluş felsefesi gereği mevcut sistemin meşruiyetini ve mevcudiyetini garanti altına almayı ve sistemin üzerine oturduğu seküler/ulusçu paradigmaya uygun bireyler/vatandaşlar yetiştirmeyi amaç edinen “devlet kurumu”dur. Bu kurumun siyasi konjonktüre göre tavır alışı ve memurları eliyle sistemin devamını sağlayacak resmi İslam’ı bayraklaştırdığını unutmamak gerekir. Bundan dolayıdır ki camiler bugün devlet dairesi haline gelmiştir.
 
Sistemin Gülen Hareketiyle kavgasına şahit olduğumuz bu sürecin akabinde, sistemin özüne/paradigmasına yönelik eleştirel İslami dili geliştirmeye çalışan İslami hareketler, devletin İslami bilgideki tekelleşmesinin tabi neticesi olarak, ya terörize edilecek yada ötekileştirileceklerdir. Bu durumun AKP sonrası İslamcı havzadaki tesiri ise oldukça yıkıcı olacaktır. Vesselam…
 
Kamil ERGENÇ
kamilergenc@hotmail.com


Diğer Makaleleri