İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Kamil ERGENÇ

Doğulu(lar) İsyan Edemez(mi)?

Başlıktaki Doğulu’nun yerine gönül rahatlığıyla Müslümanı koyabiliriz. O zaman sorumuz şöyle olacaktır: Müslüman/lar isyan edemez mi? Bu soruyu sormamızın sebebi, iktidar karşıtı halk hareketlerinin Doğu’da meydana gelmesi halinde gösterilen refleksin ve yapılan değerlendirmenin Batıdakine göre farklı olması. Gerçek anlamda bir “isyan iradesi” sadece Batılı(lar)dan sadır olabilirmiş gibi bir algı var. Hatta bu algı kendisini İslam’a nispet edenler arasında da oldukça yaygın. “Sarı Yelekliler” ayaklanması bağlamında serdedilen kanaatler, bu algının ne kadar güçlü olduğunu göstermesi bakımından oldukça manidar…
 
Oysaki insanlık ailesi yaklaşık sekiz yıldır öznesi Müslüman halklar olan bir “isyan” hareketine şahitlik ediyor. Sömürgecilerin tayin ettiği iktidarlar tarafından ezilmiş, horlanmış, ötekileştirilmiş, aşağılanmış kısaca istiz’afa uğra(tıl)mış halklar, bu gidişata dur demek için “isyan” etti. Adına Arap Baharı denen bu sürecin kazananı, şimdilik, müstekbirler olarak görünse de, müstebit seçkinlerin korunaklı kalelerinin surlarında ciddi gedikler açıldığı ve bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi ol(a)mayacağı da inkârı mümkün olmayan bir gerçeklik. En önemlisi de isyan üretemeyeceği varsayılan toplumların görkemli direnişiydi ki, sonraki kuşaklara kalacak en önemli miras budur.
 
Ancak ilginçtir, aralarında Müslümanların da olduğu hatırı sayılır bir kesim bu “isyanları” kuşkuyla karşıladı. Ayaklanan kitlelerin manipüle edildiği, küresel istikbarın oyuncağı ve bölgesel dizayn operasyonunun bir parçası oldukları iddia edilmeye başlandı. Başlarında ilmi/entelektüel bir önderlik olmadığı için, başarısızlığın mukadder olduğu vurgulandı. İsyan öncesindeki durumu arar hale geldikleri öne sürülerek “keşke isyan etmeselerdi” demeye getirildi. İsyan sonrası yaşananlara (ülkenin tarumar edilmesi, göç, hastalık v.b) dikkat çekilerek, “isyan ettiniz de ne oldu?” “daha beter duruma düştünüz” denilerek halkların direnişi itibarsızlaştırıldı.
 
Bütün bu argümanların Doğulu halkların (Müslümanların) isyan edebilme iradesini ve feryada dönüşen suskunluğunu görmezden geldiğini söylemek mümkün. Oysa sadece bu isyan iradesinin ortaya konulması bile, yaklaşık iki asırdır egemen olan oryantalist dilin mağlup edilmesi açısından önemlidir. Bu isyanların manipüle edilmesi, mecrasından saptırılması veya bölgesel dizayn için sıçrama tahtası olarak kullanılması iddiaları başka bir tartışmanın konusudur. Asıl üzerinde durulması gereken husus oryantalist aklın edilgen, pısırık, tembel, korkak, itaatkâr ve şehvetperest olarak tavsif ettiği Doğulunun, isyan edebilme iradesi göstermiş olmasıdır. Bu irade Müslüman toplumların  emperyalist odaklar karşısında bağımsızlaşması için oldukça mühim bir role sahiptir.
 
Sözünü ettiğimiz bu isyan iradesini gölgeleyen bakışın Avrupalı Beyaz Adamla çok yakın bir ilişkisi var. Hatta bu bakışın Avrupalı tarafından beslendiğini, büyütüldüğünü söylemek sanırım yanlış olmaz. Edward Said’in ifadesiyle “sömürgeciliğe keşif kolu hizmeti sunan Oryantalist perspektif” Doğulu’yu henüz olmamış, kıvama gelmemiş, ehlileşmemiş olarak tanımlar. Bu tanım onun (Doğulunun) isyan edemeyeceği yargısını da içkindir. Bu nedenledir ki Beyaz Adam sömürgeleştirdiği yerlerde kendisine karşı direnç gösteren halkları, terörist ya da barbar/vahşi olarak vasıflandırmıştır. Bu vasıflandırma Beyaz Adam’a müdahale etme hakkı verdiği gibi, vahşi olanı “insanlaştırma” misyonunu da yüklemiştir. İkinci körfez savaşının meşruiyetini tescillemek için üretilen “Irak’ı demokratikleştirmek” argümanı, bu bağlamdan bağımsız değildir.
 
Batılının Müslüman halkların ayaklanmasına bakışı tam da bu oryantalist perspektifin ürünüdür. Edilgen ve itaatkar Doğulu’dan isyan iradesi sadır olamaz. O zaman onları bir Batılının harekete geçirmesi gerekir. Batılı Düşünce kuruluşları, kıyam eden Müslüman halkların, başka bir iradenin (tabi ki Batılının iradesinin) etkisiyle harekete geçtiği teorisini ispatlamak için oldukça yoğun çaba gösterir. İsyana katılan Müslümanlar Soros ve Otpor gibi Batı Aklının temsilcisi yapılarla ya da Batılı istihbarat servisleriyle işbirliği içinde gösterilmeye çalışılır. Amaç, Doğulunun ancak bir Batılı yardımıyla isyan edebileceğini aşikar etmektir. Batılı, adeta Aristo’nun “faal aklı” gibidir. Onunla temasa geçen, hakikatle buluşur!
 
Ülkemiz medyasının ekserisi de, Müslüman halkların direnişi hakkında oryantalistleri aratmayan yorumlar yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar. Zalim iktidarlara karşı direnenler, Batı medyasının diliyle “jihadist/cihatçı”, ”radikal”, ”köktenci/fundamentalist” diye tesmiye edildi. Direnişçilere destek verenler ise, başıbozuk ve cahil kalabalıklar ya da Arap Feodallerinin ve Körfez Kralları’nın oyuncağı olmakla itham edildi. Ekranlarda boy gösteren “uzman” sıfatlı kişiler, cümlelerinin arasına mutlaka ajan-provakatör kavramlarını yerleştirdiler. Müstekbirlerin cürümleri ise ya görmezden gelindi ya da “haklı sebeplerle(!)” basitleştirildi. Adeta tek suçlu isyan edenlerdi. Daha doğrusu isyan ettiklerini zannedenlerdi. Halkların kitlesel kıyımlara muhatap olması bile, isyanın “yerliliği” için yeterli olmadı. Kandırılmış, gaza getirilmiş, manipüle edilmiş kitleler yaftası, direnen halkların yakasından bir türlü düşmedi. Tek kabahatleri vardı bu halkların. Doğulu (Müslüman) olmak…
 
Demek ki Doğuluların isyan edemeyeceğine bizzat Doğulu’nun kendisi de inanmaya başlamış. İşte asıl sorun tam da burada. Başkasının (Batılı’nın), kendisi için yaptığı tanımlamaya rıza göstermek. O tanımlamanın muhtevasına uygun bir tutumun mümessili olmak. Zihinsel anlamda sömürgeleşmek böyle bir şey… Ülkemizde de halk hareketlerini açıklamak için kullanılan ”Üst Akıl” kavramı, Doğulunun kendi başına isyan edemeyeceğine olan inancın ürünü değil mi? Sadece bizde değil. Aynı durum İran ve Rusya gibi “Doğulu” toplumlarda da geçerli. Neredeyse bütün Doğu muktedirleri halklarının isyan iradesine sahip olmadığını, şayet isyan ediyorlarsa mutlaka arkalarında bir Batılı destek olduğunu düşünüyorlar. Kendi ayağına kurşun sıkmanın bundan daha iyi bir tasviri olabilir mi?
 
Doğulunun isyan edemeyeceği iddiasının temelinde hiç şüphesiz din (İslam) vardır. Dinin muhatabını itaatkâr, edilgen ve pasif yaptığına dair Batılı iddia, bizde de sahiplenilmiştir. Müslümanların isyanlarını şüpheli kılan da budur. Dindar biri isyan edemez, başkaldıramaz, kıyam edemez, eleştiremez… Dindar biri kadere rıza göstermeli, başına gelenlere tahammül etmeli ve her şeyi tanrıdan bilmelidir. Otoriteye itaat etmeli, zinhar karşı çıkmamalıdır. Karşı çıkarsa fitne yaygınlaşır ve halkın hayatı tehlikeye düşer. İktidardakiler fasıkta olsa onlara itaat şarttır. Devlet, Hegel’den mülhem, tanrının yeryüzündeki yürüyüşünü, kral/sultan/başkan/imam ise, Emevi-Osmanlı geleneğinden mülhem, tanrının yeryüzündeki gölgesini temsil eder. Otoriteye isyan tanrıya isyan gibidir ve meşru değildir… Bu ve benzeri iddialar, Doğulu toplumların isyanlarını şaibeli kılmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
 
Batılı Beyaz Adam Doğulu’nun bu özelliğini bildiği için bunu kullanır. Kendisini rasyonel, realist, ben bilinci gelişmiş, barışçıl ve bilim sevdalısı olarak kodlarken; Doğuluyu duygusal, muti, henüz benlik şuuruna varamamış, mistik ve ilkel olarak tavsif eder. İsyan iradesi sadece “benlik” şuuruna erişmiş Batı(lı) toplumlarda cari olacağı için, Doğulu bunu yapamaz. Ben bilincinin gelişmesi içinse Tanrıdan bağımsızlaşmak gerekir. Tanrıyla kavga etmeden benlik inşası mümkün değildir Batılıya göre. Zeus-Prometeus kavgasının Antik Yunan’dan tevarüs ettirilmesi boşuna değildir. Tanrılar uyurken, bilgi ateşini çalarak insanları “aydınlatan” Prometeus karakteri, sonraları hümanizmin manifestosu olacaktır. Bilgiyi elde etmek için tanrıyla kavga etme şartı, modern Batı’nın temel argümanıdır. Dolayısıyla tanrıyla barışık toplumların/halkların, henüz “olmamış” olduğuna dair inanç bu argümandan beslenmektedir.
 
Bu argüman yıllarca ülkemizde de yürürlükteydi (Post-modern paradigmanın sağladığı imkanlar sayesinde biraz törpülense de hala yürürlükte). Hayattaki en hakiki mürşidin ilim ve fen olarak kodlanması sebepsiz değildi. Dinin dogmatik ve irrasyonel olduğu tezi üzerinden, tıpkı Hıristiyanlıkta olduğu gibi, bilim-din çatışması icat edilmeye çalışıldı. Dindar kesimler bilim düşmanı, cahil, edilgen, uyuşuk, itaatkar, pısırık, şehvet düşkünü gibi tahfif edici yaftalara maruz kaldı. Bu yaftalar, zımnen, dindarların isyan iradesine sahip olmadıklarını içkin olduğu gibi henüz “olmamış” olduklarını da imliyordu. Resmi tarih anlatısının Şey Sait ayaklanmasını İngiliz oyunu eşliğinde sunması veya İslamcı ideolojik akımların her daim “kökü dışarıda”lıkla suçlanması boşuna değildir. Dini duyarlılığa sahip kitlelerin “isyan etmesi” imkan dahilinde görülmediği için, arkalarında hep bir Batılı arama ihtiyacı hasıl olmuştur. İran İslam İnkılabı’nın ve Mahatma Gandi’nin başlattığı hareketin Batılıyı ve Batı aklıyla efsunlanmış olanları şok etmesinin arka planında da itaatkar, pasif Doğulu imgesinin yerinden edilmesi vardır. İnkılaba giden süreçte, Şah karşıtı direnişe katılan mütesettir kadınların TRT ekranlarında sansüre uğramasının sebebi de aynıdır. 
 
Ancak Batılıların halk hareketlerinde nedense bir dış mihrak aranmaz. Çünkü Batılının isyan etmesi için dışarıdan bir yönlendirmeye ihtiyacı yoktur! O, ben bilinci gelişmiş ve özgürlüğüne düşkün bir Prometeustur! Onun yakıp yıkması adalet, eşitlik ve hürriyet içindir! O’nu ancak yine kendisi gibi bir Batılı örgütleyebilir! O, gerekirse devleti bile yıkıp yeniden kurabilir. Çünkü “kurucu/inşa edici” bir zihne sahiptir! Doğulu onun felsefi donanımının, adalet aşkının, özgürlük sevdasının, demokrasi havariliğinin yanına bile yaklaşamaz! Eleştirel zihin yapısı ve üst düzey entelektüel donanımıyla Batılı birey, bir hürriyet fedaisidir! Zamanında Fransız İhtilali’ni yaparak bütün Dünya’ya örnek olmuştur! Şayet Dünya bugün özgürlük, eşitlik, emansipasyon, demokrasi gibi yüce(!) değerlerle tanışıksa, bu Batılı sayesindedir! Batılı ayaklanırken bile bütün Dünya’ya öğretmenlik yapmaktadır! 
 
Şimdilerde gündem olan Fransa merkezli “sarı yelekliler” ayaklanmasını “Gezi İsyanıyla” karşılaştıran ülkemiz idarecilerinin, Avrupa’nın ikiyüzlü davranmaması gerektiğine dair yaptıkları vurgu bile, Beyaz Adamın “kanaatinin” ne kadar önemli olduğunun göstergesidir. Sartre’ın dediği gibi “yerliler bizi ideallerimize sadık kalmamakla suçluyorlar. Demek ki ideallerimizi kabul ediyorlar.” Sartre’ın yakın arkadaşı merhum Şeriati’nin, Doğu toplumlarının Batı’yla ilişkisini tanımlamak için örnek verdiği Sordel diyalektiğini de hatırlatalım:” Annesinden sürekli azar işiten ve dayak yiyen çocuğun kendisini güvende hissetmesi için yine annesinin eteğine yapışması gibidir Doğu’nun Batı’yla ilişkisi. ”Batılıya kibirli olma imkânını veren Doğulu’nun bizzat kendisi olmuştur. Müslüman halkların kıyamının Batılılar tarafından tahfif edilmesinin sebebi tam da budur. Doğulu’nun vakti zamanında Batılı ’ya olan hayranlığı…
 
Bugün gösterilerle sarsılan Fransa’nın, geçmişte Cezayir halkının direnişini barbarlığın ve vahşiliğin tezahürü olarak nitelemesinin sebebi de budur. Asya ve Afrika uluslarının zenginliğini sömürerek semizleşen Avrupa, doğrudan sömürgeleştirme sürecinin sona ermesi ve Asya-Afrika uluslarının kazandığı anti-emperyalist bilinç nedeniyle yaşadığı “konfor zafiyetini” bakalım nasıl çözecek? Bu konfor zafiyetinin giderilmesi amacıyla Fransa’da sokağa çıkan kitleleri “direnişçi” olarak tesmiye etmek hakkaniyete uygun değil. Avrupa’nın zenginliği, hiçbir zaman kendi emeğinin ürünü olmadı. Bize direnişçi olarak yutturulmaya çalışılan kitlelerin kursaklarında mazlum ulusların sömürülen emeği ve alın teri var.
 
Artık Doğulular onların hümanizm, insan hakları, demokrasi, eşitlik, özgürlük gibi helvadan putlarına tapmıyor. Doğu/lu, korku putunu İbrahim (a.s)’in baltasıyla parçaladı. Genç kızlarını ve erkeklerini, sömürgecilerin sadık yarenlerini devirmek için feda etmekten çekinmiyor. Verdiği her şehit, geride kalan binlerce fedaiyi irşat ediyor. Çıplak ayaklarıyla çölde bıraktığı izlerin, tankların palet izlerinden daha kalıcı olduğunu gördü ve artık durmaya niyeti yok. Bu yüzden dünyanın kalbi hala Doğu’da atıyor. Vesselam…
 

Diğer Makaleleri