İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Kamil ERGENÇ

Beşerilikten İnsanlığa

İnsanın nefsinde akıl, öfke/gazap ve şehvet içkindir. İlk İslam filozoflarından Yakup b.İshak el-Kindi Eflatun’dan mülhem olarak aklı meleğe, öfkeyi köpeğe şehveti ise domuza benzetir. Akıl, öfke ve şehvetin kontrolü altına girdiğinde insan den’i/sufli/bayağı olana temayül eder. Akıl, öfkeyi ve şehveti kontrolü altına almaya başladığında ise insani yücelişin önü açılmış olur. Çünkü insanlık, bir oluş sürecidir. Yani kimisi daha az insan iken kimisi daha çok insandır. Bu zaviyeden olmak üzere Türkçede "insanlıktan nasibini almamış" veya "bu nasıl insanlık!" ya da "azıcık insan ol!" gibi oldukça güzel ifadeler bulunmaktadır. İsfehani müfredatında "İnsan kavramının bizatihi kendisi de ünsiyet/yakınlık kuran ve bilhassa Allah’la kurbiyet tesis etmeye mütemayil olmak demektir. Ayrıca hemcinsiyle beraber yaşamaya yatkın, yani bir başına kalamayacak evsafta bir varlık demektir ki bu nedenle insan doğuştan medenidir denilmiştir" ifadelerini kullanmaktadır.

İnsan olma süreci İslami literatürde hubut/düşüş olarak adlandırılan süreçle birlikte başlamıştır. Melek olma yada ebedileşme ayartısına kanan Adem’in (İnsanın prototipi) ceza olarak masumiyet makamından, kavganın/düşmanlığın olduğu dünya alemine düşüşü ve akabinde Rabbinden bir ihsan olarak öğrendiği isimlerle tövbe ve istiğfarda bulunarak nedamet getirmesi onu insanlığın numunesi olarak müstesna bir yere taşımıştır. Adem, suçunu itiraf ederek ve rab olarak tanıdığı mutlak varlıktan bağışlanma dileyerek, antik Yunan’ın ve Hıristiyanlığın tanrıyla kavgalı veya doğuştan günahkar insan algısını yıkmıştır. Allah, Adem’i yeryüzünde dahi biçare bırakmamış, onun felahı için gereken her türlü ikramda bulunmuştur.

Peygamberimiz(s.a.v)’in dilinden Kur’an’da nakledilen "ben de sizin gibi bir beşerim" (Fussilet-6) ifadesinde geçen "beşer" kavramı insan ile eşdeğer değildir. Kur’an kavramlarının otantikliği ve kullanıldığı yerde başka bir kavramın kullanılmasının mümkün olmayışı, "ben de sizin gibi bir insanım" değil de "beşerim" ifadesinin neden kullanıldığının hikmetini öğrenmemizi salık verir. Beşerliğin daha çok insanın metabolik/biyolojik/organik yönüne işaret ettiği ve peygamber(s.a.v)’in Mekkeli muhataplarının soyut/beşerlikten nasiplenmemiş bir varlığın irşat ediciliğine olan vurgularının cevabı olarak kendileri gibi yeme, içme, üreme vb. fonksiyonlara sahip olan bir varlığı işaret etmesi bakımından beşer kavramının kullanılmış olması insan-beşer ayrımının önemini imgeler. Rağıb el-İsfehani müfredatında (B-Ş-R) maddesiyle ilgili olarak şöyle der; "Beşer kelimesi cildin dışına verilen isimlerden biridir. İnsana beşer denmesinin nedeni derisinin tüysüz olması ve bakıldığında direk derisinin görünmesidir. Bu bağlamda iki deriyi birbirine değdirmeye ve kadınla erkeğin birlikteliğine kinaye yoluyla mübaşeret denmiştir. Allah(c.c)’ın mescitlerde itikafa girdiğinizde eşlerinize yaklaşmayın" ve "şimdi artık eşlerinize serbestçe yaklaşın" (Bakara 187) ayeti buna örnektir. Ayrıca "O kesinlikle bir beşer sözüdür" (müddesir 25), "İçimizden bir beşerin arkasından mı gideceğiz" (Kamer 24), Bize bir beşer mi yol gösterecek" (Teğabun 6), "Bu bir beşer değil" (Yusuf 31) ayetlerinde insanın dış görünüşü ve soyut/olağanüstü/insan üstü olmayan yönlerine işaret vardır. Bu örnekler de gösteriyor ki beşerlik, biyolojik/metabolik bir özellikken, insanlık hayatın sonuna kadar devam eden bir "oluş sürecidir" ki nihayetinde insan-ı kamil denen mertebe ilahi rızayı istihkak etmiş insanı tavsif eder.

İnsanın benliğinde sürekli olan çatışma onun kemalat derecesine varmasında önemli bir işlev görür. Şeytan olarak temsil edilen ayartı/iğfal ile takva sürekli bir çatışıklık içerisine girerek süfli olana temayül göstermesini salık verirken takva cephesi kamil mümin olma yönünde telkinlerde bulunur. Nefis,kemal sürecinde belli mertebelerden geçerek nihayetinde rabbinin razı olduğu ve onunda rabbinden razı olduğu bir kıvama gelir. Bu süreç insanın aklını kalp ile uyumlu kılması, öfke/gazap ve şehvet duygusunu gemleyebilmesi ile mümkündür. Buradan müfrit riyazet anlayışı çıkarılmamalıdır. Aziz İslam, muhatabına hayatın tam orta yerinde muttakice bir tavır alışın gerekli olduğunu beyan eder. Riyazet/inziva ve nefis terbiyesi cemaatten kopuk, bencilce yapılan bir fiil değil, hayatı tevhit hakikati çerçevesinde yeniden imar etmek içindir. Hint mistisizminde, Hıristiyanlığın acı çekerek arınma telkininde veya Doğu dinlerindeki Batıni yönelişlerde olduğu gibi madde-mana ayrımından beslenen dualist bir bakış değil, insan gerçekliğini kabul ederek bu gerçeklik bağlamında bir nefsini terbiye etmenin metodunu sunar tevhit.

Öfke ve gazap neftse içkin olduğundan reddedilemez. Ancak tevhit mefkuresi öfkeyi ve gazabı Allah düşmanlarına karşı kullanmayı salık vererek muhatabına kendisinde içkin olan duygularla nasıl ilahi rızaya muvafık eylemler geliştirebileceğini öğretir. Şehvet neftse içkindir ve bu duygunun ortadan kaldırılması tevhidin hedefi değildir. Tevhit mefkuresi muhatabına şehvetini evlenmek suretiyle tatmin etmesini ve Salih/Saliha nesiller yetiştirmesini telkin eder. Herhangi bir kayıttan bağımsız kaldığında yıkıcı/örseleyici ve zulmedici hale gelebilen öfke ve şehvet tevhit mefkuresiyle Dünyayı mamur etmeye dönük kullanılabilmektedir. Modern paradigmanın en önemli nakısası da esasında burada ortaya çıkmaktadır. İnsan, öfke/gazap/şiddet ve cinsellik temelinde tanımlandığı ve bu duygularını hadsizce tatmin etmeye sürüklendiği için buhrana gark olmuş durumdadır. Bu buhran nedeniyle içinde yaşadığımız dünya ifsat edilmiş bir dünya olmuştur/olmaktadır. Nefiste içkin bu iki önemli duygu Froud’un da temel felsefesini oluşturmuş nitekim Froud insanın varoluşunu bu duygularla açıklama yoluna giderek aslında bir anlamda Kindi’den etkilendiğini beyan etmiş ancak Kindi’nin tasnifini sekülerleştirerek hudutsuz bir benlik inşa etme yolunu seçmiştir. Hudut tanımayan/haddini bilmeyen insan, öfkesini tabiata ve hemcinsine yönelterek yıkıma sebep olurken şehvetini tatmin içinde her türlü bayağılığı denemektedir. Bu durum aziz kitabımızın "hevasını ilah edineni gördün mü?" beyanında ki taşkınlığı izhar etmektedir. Vesselam...

Kamil ERGENÇ
kamilergenc@hotmail.com
 

Diğer Makaleleri