İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Kamil ERGENÇ

Post-Modern Putçuluk

İnsan olmanın, bir süreç gerektirdiği gerçeği hatırlandığında "olmak" sürecinin hangi bağlamda ve nasıl gerçekleşeceği hususunda post-modernitenin bizlere söylediği "benliğimizi putlaştırmak"tır. Benliğin putlaşması ise onun hakikatin ölçüsü olarak kabul edilmesi ve "norm koyucu" bir hususiyet kazanması demektir. Modernliğin önemli kavramlarından biri olan toplum, paradigma içi bir eleştiriyle post-modernlikle beraber kendisine göre şekil alınan bir olgu olmaktan çıkmıştır. Modernliğin homojenleştirici rolüne muğayir olarak post-modernite parçalayıcılık ve öznesizlik üzerine kurulu yönüyle dikkat çekmektedir. Bu noktada toplum, bireyi kısıtlayan ve özgürlüğünü sınırlandıran bir olgu olarak tebarüz etmektedir. Oysaki modernlikte toplum sosyolojinin de yardımıyla aynı tarihi ve kültürel havzaya dahil olan bireylerin birlikteliğini ifade etmek amacıyla kullanılmakta ve ulus devletin oluşum süreci bu birliktelikten destek bulmaktaydı. Bireyin her türlü bağdan azade kalması üzerine kurulu post-modern süreçte ise toplum, bireyi engelleyici olarak kabul edilmektedir. Modernliğin kırılmaya uğrayarak geçirdiği bu evrim, Batıdışı toplumlarda daha sorunlu olma özelliği göstermektedir. Hıristiyanlığın kendi içinde yaşadığı dönüşümü bütün dünyaya teşmil etme gayretiyle Batı, Protestan ahlakının küreselleşmesini istemektedir. Calvin’in Hıristiyanlığa kapitalizmi domine etme rolü biçmesi, Luther’in skolastisizme muhalefet ederek İncilin kilise haricindeki insanlar tarafından da anlaşılıp yorumlanabileceği iddiası, bilgide otorite olan kilisenin tahtını sarsmış ve aydınlanma olarak adlandırılan sürecin kapısını aralamıştır. Dinlerin dışarıdan müdahalelerle değil de bizzat kendi mensupları tarafından sulandırılmasının/işlevsizleştirilmesinin en güzel örneği olarak Hıristiyanlık, bizzat kendi müminleri eliyle deforme edilmiştir. Tanrımerkezli/teosantrik hayat algısının insan merkezli/antroposantrik hale gelmesi Hıristiyanlıkta yaşanan bu dönüşümün neticesindedir. Evrenin canlı olduğu telakkisinin 17. yüzyıl bilim devrimiyle yerinden edilmesi onun yerine mekanik evren telakkisinin inşa edilmesi sonrasında kökleri Aristo’ya dayanan ayrımlı/dikotomik düşünüş tebarüz etmiştir. Antik Yunan’ın sınıflı toplum anlayışından da beslenen bu ayrımlı düşünüş, Roma geleneğine yaslanan Hıristiyanlıkta sekülerliği beslemiştir. Din karşıtlığı olarak değil dinin müdahil olmadığı/olamayacağı alanlar ihdas etme anlamına gelen sekülerlik, amel ile imanın arasının açılması sürecini beslemiştir. Gök-yer, ruh-beden, amel-iman gibi ayrımlar üzerinden inşa edilen modernliğin insana ve tanrıya ait olarak yaptığı ayrım Sezar’ın hakkı ve tanrının hakkı metaforunda belirginleşmiştir. İnsanın aklıyla hakikate ulaşıp ulaşamayacağı meselesi kadim dönemlerden beri tartışmaların merkezinde yer almıştır. Aklın bağ kuran özelliği yanında tefrik, temyiz, tasnif ve sebep-sonuç ilişkisi kurma hususiyetleri onun norm koyucu olup olamayacağı hususunun tartışılması gerektiğini ortaya koymuştur.

Post-modern sürecin aslında post-insan sürecini besleyen bir içeriğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Kabaca insan sonrası olarak adlandırılabilecek olan bu süreç mükerrem bir varlık olarak insanın tüm insani hususiyetlerinin tahrip edildiği ve makinelerin egemenliğine terk edilmiş bir mahluk haline getirildiği süreci imgeler. Yapaylıklar çağıolarak ta isimlendirebileceğimiz bu süreçte insanın öfke, merhamet, şehvet, cesaret v.b. duyguları yapay ortamların insafına terk edilmiştir. Post-modernite, modernite de olduğu gibi zaman algısı üzerinden kendisini konumlandırmaktadır. Zamanıparçalara/’’an’’lara ayırıp her "an" için ayrı bir kılavuz/rehber tayin ederek ve bu kılavuz/rehberleri "heva"nın emrine vererek, aslında insan hayatına yekpare bir şekilde yön/istikamet tayin edilemeyeceğini zihinlerimize zerk etmek istemektedir. Hayat "an"lara ayrıldıktan ve hayattaki "tevhit" sekülerlik lehine bozulduktan sonra –tabiat boşluk kabul etmeyeceğinden- burada şirkin en sinsi ve zehirli yüzü temayüz etmektedir. Heva’nın yönlendirmesi neticesinde birden fazla hayat ve birden fazla kılavuz/rehber anlayışı tevhidin emrettiği tek bir belirleyen/yönlendiren ve tek bir hayat algısını zedelemektedir. Yani hayatın bütünlüğü ifsad edilmektedir. İnsan etkinliğinin olduğu her alanda ilahi rızaya muvafık bir hayatın teşekkül ettirilmesi için, ilahi bilginin mutlaklığına ram olmanın gerek ve yeter şartıolan tevhit, modern ve post-modern süreçlerin her ikisinde de içkin olan aklın mutlaklığı ilkesini reddederek kendine münhasır bir hayat algısı inşa etmektedir. Mü’minlik tam da bu noktada yani hayatın her veçhesinde tek bir rehberliği kabul etme hassasiyetinde tebarüz eder. Dolayısıyla şirkin kendisini en fazla post-modern kültür üzerinden meşrulaştırmaya/kanıksatmaya çalıştığıgerçeğini artık daha sesli olarak dile getirmek durumundayız.

Bilimsel bilginin izafiliği düşüncesinin beslediği post-modernite her ne kadar modernliğin homojenliği esas alan yönünü yapıbozuma uğratsa da, modernitenin tarihin ilkellikten medeniliğe doğru sadece niceliksel olarak değil niteliksel olarak ta evrim geçirdiğine dair kanaatini muhafaza ediyor oluşu, halihazırda tecrübe ettiğimiz makinelere bağımlıinsanın oluşmasının önünü açmıştır. Modernliğin doğal gerçeklikler üzerinden mutlaklaştırarak ortaya koyduğu doğrular, post-modernitede yapay gerçeklikler üzerinden tanımlanmaya çalışılarak insanın doğal ortamı zedelenmiştir. Yapay gerçeklikler, şizofrenik/parçalanmış kişilikler meydana getirmiş ve ancak doğal ortamlarda neşv-ü nema bulabilecek duygu durumlarını örselemiştir. En tabii insani ihtiyaçlardan olan muhabbet/konuşma duygusu dahi yapay zeminlere hapsedilmek suretiyle insan-insan ilişkisi örselenmektedir. Bir şahsiyet olarak insanın var olabileceği/varlığını ıspatlayabileceği doğal ortamlar yavaş yavaşortadan kalkmakta ve bununla beraber sanal üst kimlikler oluşturulmak suretiyle yeni bir aidiyet türü yaratılarak insan-insan ve insan-eşya arasındaki ilişki yeniden tanımlanmaktadır. Yeryüzü cenneti inşa etme gayesinin geldiği son nokta hazindir ki, insanın biyonikleşmesi olmuştur. Aziz Kuranın "insanların elleriyle yaptıklarından ötürü karada ve denizde ifsad/bozulma baş gösterdi" (Rum-41)dediği durum tam da içinde bulunduğumuz çağı nitelemektedir.

Yapay gerçekliklerin hayatımızı kuşatması dolayısıyladır ki ölüm, savaş, kıtlık, katliam gibi doğal zemini içerisinde düşündüğümüzde ve şahit olduğumuzda insani yanlarımızı harekete geçirmesi beklenen olgular, çay ve kek eşliğinde TV/internet ekranlarında "izlenen" bir olay haline gelmiştir. Kameranın izleyiciye yöneltilmiş bir silah olduğunu söylerken Heidiegger tamda bu yapay gerçeklik işgalinin zihinlerimize kadar ulaşacağınıve bizleri makineleştireceğini işaret etmiş olsa gerektir. Ürettiklerinin kontrolü altına girmesi yönüyle tarihte ilginç bir evreyi temsil eden modern insan, duygularını makinelerin dünyasına emanet etmiştir. Gerçek olanla temas kurmanın her geçen gün güçleştiği zamanımızda, özellikle genç kuşakların zaviyesinden hayatın bizatihi kendisi sanallaşmaktadır. İnsani yanımızın ayartılması yönüyle de sanal ilişki tarzlarının meydana getirdiği yıkımlar korkunçtur. Nefsin kışkırtılması ve böylece aklın dumura uğratılması/iğdişedilmesi amacına matuf olarak yapay ilişkiler, her şeyi bulanıklaştırma ve post-modern paradigmaya uygun bir tarzda tek bir doğrunun olamayacağıdüşüncesine destek olmaktadır. Kamusal alan olarak tanımlanan yerde Pazar ekonomisinin/kapitalizmin hakim olması kırmızı çizgisini muhafaza eden post-modernlikte, herkesin kendi doğrularını paylaşabileceği ortamlar olarak sosyal medya ağlarıönemli bir işlev görmektedir. Tabii gerçeklik sahasında gelenek/örf/kültür ve bunların her birinin oluşmasında dominant unsur olarak dinin etkisinden çekinilerek ifade edil(e)meyen düşünceler, sahte kimlikler aracılığıyla, yapay ortamların sağladığı özgürlük sayesinde ifade edilebilme imkanıbulabilmektedir. Sosyal medya ağları her şeyi "paylaşım" malzemesi yapmak suretiyle hem dezenformasyona oldukça müsait bir alan oluşturmakta hem de hakikatin/gerçekliğin yitimine hizmet etmektedir. Hayatı tanzim etmek ve mümince yaşamanın "ne"liğini ve "nasıl"lığını öğretmek amacıyla Allahın bir lütfu olarak aziz Kuranın ayetleri dahi paylaşım malzemesi yapılarak yapaylığa kurban edilebilmektedir. Öyle ki bu çabalar tebliğ/irşad faaliyetleri çerçevesinde değerlendirilebilmekte ve ancak gerçeklik sahasında bir anlam ifade eden Müslümanca düşünme ve yaşama bilinci retoriğe kurban edilebilmektedir. Artık yaşantısıyla örnek olan Müslümanların yerini paylaşımlarıyla örnek olan Müslümanlar almaktadır.

Allah’a kul olmaktan imtina eden modern insan nefis, popüler kültür, moda, futbol, erotizm vb. yeni tanrılar tarafından kuşatılmışdurumdadır. Cahiliyenin taştan, tahtadan, helvadan putlarının yerini benlik/heva/bilim/popülerlik/futbol/eğlence/erotizm gibi post-modern putlar almıştır. Aziz Kur’anın "Hevasını ilah edineni gördün mü?" (Furkan-43) şeklinde tavsif ettiği insan tipini imleyen post-modern paradigmanın insanı, susuzluğunu gidermek için tuzlu su içen kişinin gülünç durumuna düşmüştür. Sloganlara ayarlanmış bir bilinç inşa etme üzerine kurulu olan sosyal medya ağları bir yandan insanın kendisini görünürlük üzerinden değerli hissetmesini sağlarken, diğer yandan moda olgusuyla her yeniyi bir sonraki günün eskisi haline getirmek suretiyle sürekli tüketim anlayışını beslemektedir. Bu noktada tüketim sadece mal/meta/eşya anlamında klasik tüketim olmaktan çıkmakta, insanın insanlığının da tüketilmesi sürecine evirilmektedir. Moda olgusu "Eşrefi Mahlukat" olan insanı bir reklam malzemesi haline getirerek, yani nesneleştirerek, göze gelir olmamanın var olamama anlamına geldiğini telkin etmektedir. "Emanet beden" telakkisinden "benim bedenim" telakkisine evirilmenin tabii sonucu olarak, tıpkıAntik Yunan Medeniyeti’nde olduğu gibi, bedenin fetişleştirilmesi sürecinde modanın rolü inkar edilemez. Kışkırtıcı görünürlük üzerinden kadını ve erkeği şahsiyet bağlamından çıkarıp dişilik ve erkeklik bağlamına hapseden moda,insanın arzularının tükenmeyeceği gerçeğinden hareketle sürekli yeni arzu nesneleri oluşturmaktadır. Oluşturulan her "yeni" bir önceki yeniyi eskitmektedir. Görünürlük üzerinden koşullandırılan bireyler, pavlovist bir yaklaşımın mahkumları haline getirilmektedir. "Göz"ü merkeze alan yönüyle post-modern süreç, kulağı/kalbi merkez kabul eden, yani sözü dinleyen ve en güzeline uyan, kadim süreçlerden ciddi bir kopuşu ifade etmektedir. Dinlemenin kıymeti harbiyesinin kalmadığı bu süreçlerde mahremiyet yıkımı meydana gelmekte ve insanlık pornografik bir şiddete maruz kalmaktadır. Kalbin gözle yakın ilişki içerisinde olması, göz kirliliğinin kalp kirliliğini de beslediği bir duruma işaret etmektedir. Yapay sahalar üzerinden görselleştirilen mahremiyet, aklıiğdiş etmekte ve insanın tefekkür/tezekkür/tedebbür ve teemmül melekelerini dumura uğratmaktadır. Bilgiye bu kadar hızlı ulaşıyor olmamıza rağmen, mütefekkir kıtlığı yaşamamızın temel sebebi de budur. Dolayısıyla post-modernite modernliğin mutlaklaştırdığı aklı da iğdiş ederek tamamıyla hazperest bir kimlik inşa etme gayesindedir. Küreselleşme de bu kimliğin Batı dışındaki toplumlara şamil kılınması çabasından başka bir şey değildir. Vesselam...

Kamil ERGENÇ
kamilergenc@hotmail.com
 

Diğer Makaleleri