İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Kamil ERGENÇ

İSLAMCILIĞI NASIL BİR 21. YÜZYIL BEKLİYOR?

Aydınlanma düşüncesinin ünsiyet kuran ve ünsiyet kurduğu oranda, bilhassa tanrı ile ünsiyetini canlı tuttuğu oranda, beşerlikten insanlığa doğru yücelen insanı bireyleştiren; yani kendisinin tanrısı haline getiren ve beşerlik yönünü yani organik, insiyaki/libidonal ve egosantrik yönünü merkezileştiren algısı, içinde bulunduğumuz 21. yüzyılın en ciddi travmalarından birini oluşturmaya devam etmektedir/edecektir. Bu algı Batı insanının buhranlara gark olmasına sebebiyet vermiş olmasına ve bugün batıda ezoterik/Batıni yönelmelere sebep olmasına rağmen, içinde Türkiye’nin de bulunduğu Ortadoğu coğrafyasına farklı kimlikler ve ilgiler aracılığı ile girmeye çalışmakta ve Müslüman muhayyilede kendisine meşruiyet alanı açmaya çabalamaktadır.
 
Bugün dünya insanlığının yaşadığı en büyük travma fıtratına yabancılaştırılan insan travmasıdır. 19. yüzyıl pozitivizminin 20. yüzyılla birlikte ortadan kalkması ve bilimdeki izafiliğin felsefi/metafizik alanda da kendisini göstermesi neticesinde ortaya çıkan hakikatin bilinemezliği/agnostisizm ve nüfuz edilemezliği düşüncesi, tek tek fertlere göre bir hakikat tanımının ortaya çıkmasına ve dolayısıyla her türlü otoriteden –en başta da tanrı otoritesinden- bağımsızlaşan insan tiplerinin oluşmasına yol açmıştır. Özgürlüğü, tanrı karşısında özgürleşmek yada dinin dogmalarına karşı gelmek olarak algılayan modern insan, anne-baba, devlet, toplum vb. her türlü otoriteyle arasına son derece büyük mesafeler koyarak mevcudiyetini ispat etme çabası içerisine girmiştir. Kültürel ve finansal homojenlik sayesinde birörnekleşen/tektipleşen/basmakalıplaşan dünya insanlığı, farkında olmadan finans-kapitalin kendisine dayattığı markalar ve/veya ikon/ikonalar eliyle varoluşunu gerçekleştirme yoluna gitmektedir.
 
Batının kendi insanını helak eden/beşerleştiren aydınlanma düşüncesi ve bu düşüncenin ortaya çıkardığı prometeusçu insan prototipi, halkı Müslüman ülkelere özgürlük/emansipasyon adı altında ve bir takım STK/NGO aracılığı ile pazarlanmaya çalışılmaktadır. Dolayısıyla İslamcılık, Batıda miadını doldurmuş kavram ve kuramların gölgesine sığınarak bir teori geliştirmek yerine, Batı insanını da kuşatacak özgün Kur’ani kavramlarını bugüne taşıyabilecek bir çaba içerisinde olmalıdır.
 
Özellikle demokrasi, liberalizm, laiklik/sekülerizm, insan hakları, sivil toplum, çevre gibi batı dünyasının oldukça fazla kullandığı ve İslam beldelerine de ihraç etmeye çalıştığı kavramların mahiyetlerini deşifre etmek ve kendi özgün kavramlarımızla küresel bir karşı duruşu sergilemek durumundayız. 20. yüzyılda totaliter/otokratik/baskıcı/mütehakkim idareler eliyle on yıllarca gadre uğramış coğrafyamızın mustazaflarına büyülü Batıl(ı) kavramlarla değil, İslami terminolojinin inkılapçı ve adil kavramlarıyla seslenmek durumundayız. Slavoj Zizek’in “demokrasinin kapitalizmle dansı  bitti” ifadesinden mülhem, bu yüzyılda Batı diye tabir edilen coğrafyada demokrasi yerine teknokrasi veya şirketokrasinin egemen olacağını; batıyı köhneleştiren ve batı insanını buhrana sevk eden demokrasi soslu emansipasyonun, şimdi de İslam dünyasını koflaştıracağı ve otantik İslami kavramların deforme edilmesine ve/veya tarihselleştirilmesine hizmet ederek, bir yüzyılı daha kaybetmemizi sağlayacağını unutmamak gerekiyor.
 
11. yüzyılın sonundan başlayarak 13. yüzyılın son çeyreğine kadar devam eden Haçlı saldırıları ile aynı dönemlerde cereyan eden Moğol İstilalarının moral açıdan zayıflattığı dönemin İslam Dünyası, Gazali ve Mevlana gibi bazı önemli simalarında teşvikiyle nasıl ki tasavvufa meylettilerse, benzer bir sürecin 21. yüzyılın başından itibaren cari kılınmaya çalışıldığına şahit olmaktayız. Dünya Müslümanlarına, yaşanan bu kaos ve kargaşa ortamından uzak kalarak tanrıya yönelmek suretiyle uzlette yaşamanın erdemlerinin tavsiye edildiği bir vasatın doğduğu ve bu vasatın Müslümanları edilgen/nesne/pısırık/silik şahsiyetler haline getirdiği ve İslam’ın gerçek anlamda anlaşılması için ezoterik/batıni/işraki bir yoruma gerek olduğu şeklindeki bir kanaatin oluşturulmaya başlandığı müşahede edilmektedir. Dolayısıyla İslamcılığın bu çağda müteyakkız olması gereken en önemli hususlardan biri de tasavvuf ve benzeri anlayışlarla oluşturulmaya çalışılan edilgenleştirme çabalarıdır. Mevlana ve Yunus gibi sufilerin özellikle bu dönemde ön plana çıkarılmasına dikkat etmek gerekir.
 
İslam düşüncesinin ve bu düşüncenin mefkûreleşmiş hali olan İslamcılığın teorik düzlemde 20. yüzyılda atılan sağlam temellerinin geliştirilmesi noktasında bu çağın İslamcılarına çok önemli görevler düşmektedir. Seyyit Kutup, Malik b.Nebi ve Ali Şeraiti gibi alim/mütefekkir kişiler eliyle 20. yüzyılın siyasal, ekonomik, kültürel, yerel ve küresel perspektifine göre sistemleştirilmiş ve ciddi bir ideolojik zemine oturtulmuş İslamcı karşı duruşun, bu çağın İslamcıları tarafından bugünün sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik, sosyo-politik, yerel ve küresel koşulları göz önünde bulundurularak yorumlanması ve aşılması gerekmektedir. Dolayısıyla 21.yüzyıl İslam düşüncesi ve İslamcılık mefkuresi açısından oldukça ciddi imkanları da bünyesinde barındırmaktadır.
 
Mısır da İslamcı bir geçmişe sahip olan Müslüman Kardeşler hareketinin yaşadığı tecrübe aslında İslamcılığın dinamizmini göstermesi açısından önemlidir. Ancak Arap Baharı olarak adlandırılan bu süreçte Müslüman Kardeşlerin Tunus’taki uzantısı olan Nahda Hareketinin, biraz da mecbur kalarak, siyasal alandaki uzlaşmacı ve neo-liberal politikalarla uyumlu tavrı ile Türkiye özelinde Ak Parti süreciyle beraber İslamcılık mefkuresinde meydana gelen durağanlık ve muhafazakarlaşma iyi etüt edilmeli ve Batıda son kullanma tarihi geçen kavramlarla yıllarca mustazaflaştırılmış Müslüman halklara seslenmek yerine, özgün Kur’ani perspektifin yeğlenmesi gerektiği idrak edilmelidir. Küreselleşen finans kapital ve kültürel homojenliğin insanlığı getirip bıraktığı çıkmaz sokak, şayet İslamcılık özgün duruşunu muhafaza edebilirse, önemli bir kazanıma dönüşebilir.
 
İslamcılık bu süreçte dünya insanlığına vereceği mesajda, zaten 20. yüzyılın kokuşmasına; insan, tabiat ve tanrı yitimine/nihilizme yol açan Batı’nın değerlerine yaslanarak değil bilakis bu değerlerin kofluğunu izhar/deşifre edip entelektüel derinliği kuşanarak bizatihi vahiy ve sahih sünnetten esinlenerek evrensel mesajını ortaya koymakla mükelleftir. Bu nedenle bu çağın İslamcısının görevi ağır ve meşakkatlidir. Bu görevin Allah’ın izniyle muvaffakiyet ile sonuçlanabilmesi için çok ciddi çabalara ihtiyaç vardır. Ceht etmeyi şiar edinmek en başta yapılması gereken eylemlerdendir. Aydınlanma fikriyatının nasıl bir tanrı, insan, evren ve tarih tasavvuruna sahip olduğu bilinmeden, küreselleşmenin getirdiği finans ve kültür homojenliğinin parametreleri anlaşılmadan, Dünya’nın bugünkü şekline nasıl ulaştığı ve bugün yeniden sınırların çizilmeye başlamasının ne anlama geldiği idrak edilmeden bu çağa söz söyleyemeyiz.
 
İslamcılık ideolojisinin evrensel mesajını ortaya koyabilmesi için, bu çağın İslamcısının Kur’ani donanımının üst düzeyde olması ve Kur’an mesajının bugünün insanına nasıl ulaştırılacağının kaygısıyla hareket etmesi gerekmektedir. Kur’an’ın kavramsallaştırmalarının ve bu kavramların taalluk ettiği hakikatin sarih bir şekilde ortaya konulabilmesi için ciddi entelektüel çaba ve bütün dünyayı kuşatacak bir ufuk gerekmektedir. Bu anlamda bu çağın İslamcısının kendisini herhangi bir yerelliğe/ulusa/klana/hizbe/mezhebe/meşrebe hapsetmeden mesajını  ona göre iletmesi gerekmektedir. Mezhep holiganizminin coğrafyamızda sebep olduğu travmalar acı birer ders niteliğindedir.
 
Modern hayat İslamcılığı pek çok alanda söz söyleyebilecek bir mecraya, tabiri caizse itmiştir. Bu çok büyük bir imkândır ve eğer bu imkân değerlendirilemezse Müslümanlar bu yüzyılı da kaybetmiş demektir. Susan Buck Mors’un ifadesiyle İslamcılık “Batı’nın –bu batıya ateist/materyalist Sovyetler de dâhildir- hâkimiyeti döneminde geliştirilmiş modern hayatın haksızlıklarını dengelemek için en çeşitli biçimlerde mücadele eden toplumsal hareketlerin sivil toplumunda bir mevki haline gelmiştir.”
 
Sonuç olarak, 21.yüzyıl İslamcılığın bir önceki yüzyılda olduğu gibi dinamizmini devam ettireceği bir çağ olacaktır. Çünkü geldiğimiz nokta itibariyle insanlığı felaha götürecek sahih bir insan, tanrı, evren tasavvuruna sahip bir medeniyet kalmamıştır. Batı medeniyeti, ürettikleriyle insanlığı bir kaosun ortasına getirip bırakmıştır. İslamcılık bu süreci lehine çevirebilecek imkânlara sahiptir. İbn-ül Vakt olmayı şiar edinenler gömleğin ilk düğmesini düzgün iliklemiş demektir… Vesselam…
 
Kamil ERGENÇ
kamilergenc@hotmail.com
 
 

Diğer Makaleleri