İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İsa ÖZÇELİK

TEŞKİLAT BİZE OPERASYON MU ÇEKİYOR!?

İktidar olma arzusu ilk insanla başlayan bir olgudur. İktidarı sürekli kılma hevesiyse çoğu zaman entrika dolu bir yöntemle hayata geçirilir. Mesele iktidarsa tahakküm altına alınacak alanlar hakkında da konuşuyoruz demektir.

Sömürgecilik kadim bir hastalıktır. Coğrafi keşiflerle başlayıp sanayi devrimi sonrasında dünyayı saran kolonyalizm, kapitalizmin kendini tahkim etmesiyle emperyalizmi tedavüle alarak ayrılmaz bir bütünü oluşturmuşlardır.

20. yüzyılın son çeyreğine geldiğimizde doğrudan kolonize edilmiş ülke yok gibidir. Eski sömürgeler harita üzerinde bağımsız devletler olarak gözükse de gerçekler hiç de göründüğü gibi değildir.

Emperyalizm, artık doğrudan kendi asker ve bürokrat ordusunu kullanma ihtiyacı hissetmemektedir. Kuklalarıyla ülkeleri sömürmek daha ucuz ve etkin bir yöntem olarak dönemin ruhuna da uygun gözükmektedir. Bu ülkeler ekonomik anlamda bağımlı hale getirilmiş, eğitim araçları sömürünün en yaygın ve dönüştürücü gücü olarak kullanılarak zihinler büyük bir işgale uğramıştır. Zihni bağımsızlığına kavuşamayan bir ülkenin sözde ulusal sınırlarının olması ve kendine has bir bayrakla bağımsızlık gösterisinde bulunması gerçekçi değildir.

Türkiye, sömürgeye uğramayan birkaç ülkeden biri olarak tanımlanmaktan gurur duyar. Bununla birlikte Akif Emre ve Yusuf Kaplan gibi yazarlar Türkiye'nin dışarıdan fiili olarak sömürge haline getirilmese de kendi kendini sömürgeleştiren bir ülke olmasının garabetine dikkati çekerler.

Öte yandan, medyanın emperyalizmin en etkili araçlarından biri olarak kullanıldığını biliyoruz. Gerek haber ajanslarının gerekse sinema ve eğlence sektörünün hangi amaçlara hizmet ettiği, Hollywood ve Netflix gibi mecraların amacının sinema, sanat ya da ekonomik çıkarlardan çok daha öte olduğu, emperyalizmin yeni aparatları olarak kullanıldıkları artık herkesçe açıktır.

Son dönemde Türkiye'nin sinema sektörüne büyük yatırımlar yaptığı ve yayınladığı dizilerin çok sayıda ülkede yoğun ilgi gördüğü birçokları için övgü konusu olmaktadır.

Söz konusu ülkelerde Türkiye’yi Osmanlı bakiyesi topraklar olarak gören kimseler, filmlerde insan, aile ve toplum ilişkilerini yansıtan yozlaşma sahneleri karşısında şaşırmakta, ülkemizdeki geniş muhafazakar çevreler de Türkiye’nin kendisini bu diziler yoluyla dünyaya tanıtmasının anlaşılır bir durum olamadığını ifade etmektedir.

Kapitalist ahlakın ‘’reklamın kötüsü olmaz’’ söylemini içselleştiren yeni muhafazakarlar geçmişte yoğun tartışma konusu olan ‘’Batının tekniğini alalım ama kültürünü almayalım.’’ formülüne rahmet okutacak bir seviyeye teslim olmuş gözükmektedir. Ancak, teknoloji-kültür ilişkisi ve bilginin islamileştirilmesi tartışmaları yeniden gündeme taşınması gerekenler arasındadır.

Mevcut iktidar, yukarıdaki tartışmaları bir nebze yatıştırmak, tarihten güç alarak iktidarını pekiştirmek ve kendine yeni meşruiyet alanları üretmek adına, yakın dönemde kısmen bu ülkenin değerlerine de yer veren dizilerin yayın hayatına girmesine zemin hazırladı.

Diriliş, Abdülhamit, Uyanış gibi diziler muhafazakar iktidarın kendi tabanını domine ederken rakiplerine de mesajlar vermek için araçsallaştırıldı. Bahsi geçen filmlerde, konuları ve dönemin gereği olarak bazı dini motifler sürekli kullanılsa da son tahlilde hepsinin özünde seküler bir ruh hakimdi. Dini figür ve ritüeller bariz şekilde modernitenin dinin işlevselliğinden faydalanan pragmatizmini yansıtıyordu.

TRT, son olarak büyük reklam kampanyaları eşliğinde Milli İstihbarat Teşkilatı’nı (MİT) konu alan “Teşkilat” dizisiyle halkın karşısına çıktı. Bildiğimiz üzere, mevcut iktidar döneminde bahse konu teşkilat bünyesinde önemli gelişmeler yaşandı. Önceleri ekseriyetle kendi vatandaşını tehdit olarak gören zihniyet yeni dönemde sorgulanmaya başlandı. Ne yazık ki bölgemizdeki ülkelerin büyük çoğunluğu savunma sanayisini bile kendi vatandaşlarından gelecek tehlikelere göre yapılandırmıştı. Tabi ki bu kurgu emperyalizm adına yapılıyordu. Türkiye, son yıllarda MİT’te yaptığı zihinsel devrim ve savunma sanayisinde gerçekleştirdiği radikal hamlelerle kendi halkına karşı konuşlanma hastalığını terk edip, milletten güç alarak bölgesel ve küresel tehditlere karşı oyun bozup oyun kuran bir paradigma üzerinden çok farklı bir konsepte geçtiğinin güçlü sinyallerini verdi.

TRT dizisi Teşkilat ise tuhaf bir senaryo ile karşımıza çıktı. Bir zamanların Türkiye'sinin ruhunu taşıyan dizinin ilk bölümünde, baştan sona tüm görsellerde Kemalist seküler sembollerin yerleştirilmiş olması dikkat çekiciydi. Laikçilerin mabetsiz şehir olarak kurguladıkları başkent Ankara şu an en fazla cami bulunduran şehirlerden olsa da dizide cami görüntüsü Kemalizmin gölgesinde kadraja girmek zorunda bırakılmış.

Dizide, ülke sınırları dışında gerçekleştirilen çok önemli bir operasyonu yönetme görevini bir kadın üstleniyor. Devleti ve görevi için ailesinden vazgeçen kadın, dev ekrandan operasyon yönetirken çocuğunun bakıcısı tarafından aranması, kadının operasyonu bırakıp çocuğunu telefonda teselli etmeye çalışması, senaryonun ciddiyeti açısından önemli ipuçları veriyor.

Başroldeki erkek oyuncunun sınır ötesi operasyonda ve sonraki sahnelerde gerçekleştirdiği aksiyonlarda tek başına öldürdüğü insan sayısının haddi hesabı yok. Yine bu oyuncunun amirinin kesin emrine rağmen gösterdiği fevri kahramanlık da bize bir yerleri hatırlatıyor olmalı. Amerikan filmlerini bu kadar taklit etmek yerliliğe/milliliğe sığar mı?

Bir de Hollywood yapımlarında bu tür yoğun aksiyon sahnelerinin sonunda, yani 30 kişiyi tek başına öldürüp, havaya uçan arabanın altından falan geçtikten sonra başrol oyuncusunun suratında şöyle yakışıklı birkaç çizik falan atılır. Senaristimiz bunu da atlamış.

Başrol oyuncusunun bir otobüs dolusu SİHA uzmanının öldürülmesinden sonraki bölümde de benzer performansı göstermesi ilginçtir.

Halbuki istihbaratçının başarısı çok fazla insan öldürmek değil, aksine en az can kaybıyla başarıya ulaşmak olmalıdır. Bu örnek olayda istihbaratın başarısı, düşmanın saldırmasına fırsat vermeyecek veri akışını toplayarak, önleyici tedbirlerin alınmasını sağlamaktır.

İbrahim Kalın, kısa bir süre önce katıldığı canlı yayın programında şiddet ve cinselliğe dayalı Amerikan sinema anlayışını eleştirmiş ve farklı bir sinema felsefesinin mümkün olduğunu anlatmıştı. Kalın, devlet televizyonunda yayınlanan bu tür filmleri seyrediyor mudur acaba?

Kendisini muhafazakar olarak tanımlayan bir iktidarın izlemiş olduğu yayın politikasında kendi değerlerini görünmez kılması gerçekten tuhaf bir durumdur. Dizide erkek, kadın bütün oyuncular seküler bir görünüm ve hayat tarzıyla karşımıza çıkıyor. Tesettürlü hiçbir oyuncu yok mesela. Yalnız bir kadın başında yarım bir örtüyle kısa bir görüntü verir o da yemekhane çalışanı rolünde sinsice kurgulanmış, olumsuz bir sahnede karşımıza çıkar. Bu durum bize laikçilerin eski alışkanlıklarını hatırlatır. Onlar bile en azından yaşlı kontenjanından beyaz yaşmaklı bir nineyi ya da ak sakallı eli tespihli bir dedeyi film sahnesinin bir köşesine sıkıştırırlardı. Teşkilattaki eşler ve aileler hep seküler görünümlü. Ama haksızlık etmeyelim tespihle ilgili bir sahne var. Bir tane değil bir dükkan dolusu tespih. Ancak tespih burada yine aynı kurgunun kurbanı oluyor.

İnsanların hafızasında hiç de hoş anılar bırakmayan beyaz Toros fenomeni doksanlı yılların karanlık yüzünün bir sembolüydü. Basında son dönemde çıkan haberlerde beyaz Toros’un siyah Panelvan şeklinde tekrar hortladığı iddialarını doğrulamak istercesine bir sahnenin dizide yer alması hangi amaca hizmet ediyor olabilir?

Cumhurbaşkanı birkaç kez kültürel alanda zayıf olduklarından bahsetmişti, aile hakkında hassasiyetleri ise sürekli gündemde yer alır. Kendileri döneminde tedavüle sokulan onlarca gayri ahlaki film ya da magazin programlarını bir kenara bırakalım, önemli bir misyona dönük hazırlandığı açık olan ve büyük oranda kendi muhafazakar tabanının izleyeceği bir dizide mevcut senaryoyla nasıl bir netice alınacağı düşünülmektedir?

Dizinin ilk bölümünde üç kadın ön plana çıkmaktadır. İlki eşinden ayrılmıştır ancak dimdik ayaktadır. Amerikan filmlerindeki klasik ayrı/parçalanmış aile profili karşımızda durmaktadır. Tek çocuklu anne- baba ayrıdır ama aralarında saygın bir ilişki devam etmektedir. Burada bekar anne kavramına giden yol devlet, vatan sevgisi ile kamufle mi ediliyor?

İkinci kadın ise erkek başrol oyuncusu ile ilişki yaşamaktadır. Evet yanlış duymadınız. Teşkilat'ın gözde elemanının bu kadınla yaşadığı nikahsız ilişki irite edici şekilde gözümüze sokulmaktadır.

Üçüncü kadın ise feminizmle hayvan haklarının kutsal ittifakını sembolize ediyor olmalı.

Muhafazakar iktidarın kendi tabanını bu kadar açık bir şekilde kültür erozyonuna uğratması nasıl anlaşılmalıdır?

Dizinin ilk bölümünde devlet kutsanırken, bunu kendinden menkul bir zeminde yapmaya çalışması ilginçtir. Bu topraklarda ultra laikçiler bile profan kutsallıklarını oluştururken öyle ya da böyle dine yaslanmak zorunda kalmışken bu tuhaf çaba nedendir acaba?

Böyle bir tabloyu koalisyonun diğer kanadı olan milliyetçi cephe dahi makul karşılamıyor olmalıdır! Diriliş ve Uyanış’ta işlenen muhafazakar milliyetçi ittifakın izdüşümü Teşkilat'ta hiç gözükmemektedir.

Yoksa salgın sonrası oluşacağı söylenen yeni dünya düzenine, Türkiye saf ulusalcılık üzerinden mi hazırlık yapıyor? Yeni muhafazakarların yeşil Kemalizm’e evrildiği söyleniyordu gelecekte yeşil renge ihtiyaç kalmayacak mı?

Millet MİT'e emperyalizme karşı oyun bozucu bir misyon yüklemişken TEŞKİLAT bize operasyon mu çekiyor!?

Kaynak: hertaraf.com

Diğer Makaleleri