İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İsa ÖZÇELİK

ASABİYELER HAKİKATE HİZMETKAR KILINABİLİR Mİ?

İnsanların hayatında nasıl ki inişler çıkışlar, acı- tatlı günler ve ölümler var ise toplumların hayatında da benzer durumlar fazlasıyla var olmaktadır.

İslam dünyası çok erken dönemde bu acılardan beklide en büyüğünü kendi iç bünyesinde Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle yaşamıştır. Tarihe büyük fitne diye geçen bu hazin olay yıllarca sürecek çekişmelerin ve savaşların başlangıcı olmuştur. Zamanla siyasi istikrar sağlanmış olsa da günümüze kadar gelen derin ihtilafların tohumları bu dönemde atılmıştır. Ama sosyal ve siyasal bütünlük sağlanabildiği için İslam dünyası fikri, iktisadi gelişimini sürdürüp çok geniş bir coğrafyaya yine bu dönemlerde yayılabilmiştir.

İslam dünyasını derinden sarsan ciddi iki saldırı ise dışarıdan gelmiştir. İlk saldırı dini söylemlerle bezenmiş batı birleşik haçlı saldırıları olarak 11. Yy. sonlarında başlayarak yaklaşık iki yy. sürmüştür. Bu dönemde Anadolu ve diğer İslam coğrafyası haçlı orduları tarafından acımasız barbarlıklara maruz kalmıştır. Yine Kudüs büyük katliamlar yapılarak haçlılar tarafından işgal edilmiş bu vahşetten Yahudilerde kurtulamamıştır.

Müslüman coğrafya bu saldırılar karşısında bölünmüşlük ve yenilgi psikolojisinden Zengi ailesi ve Nurettin Zengi’nin mücadelesi sonunda kurtulmuş, Selahaddin Eyyübi’nin birliği sağlayıp, ümmetin dikkat ve enerjisini düşmana odaklayabilmesi sonucunda, Kudüs tekrar Müslümanların eline geçerek Hristiyan haçlı seferleri zamanla etkisizleştirilmiştir.

Haçlı varlığının etkisizleştiği bu dönemde, İslam coğrafyası belki de tarihinde gördüğü en büyük saldırı ve vahşetle karşı karşıya kalmıştır. Siyasi, fikri/dini bir amaçtan ziyade daha çok askeri bir yağma , katliam yayılmacılığı olarak ifade edilen bu yeni saldırı hiç şüphesiz Moğol istilaları idi. Bağdat’da halifenin öldürülmesine ve bir çok İslam şehrinin yerle bir edilmesine sebep olan bu işgaller tüm dünyada ama en çok da İslam dünyasında büyük travmalara yol açtı.

Ancak, zamanla bu askeri güç, Müslüman topraklarda fikri yenilgiye uğrayıp Müslümanlaşırken, Osmanlı İmparatorluğunun doğuşunun da zeminini hazırlamış oldu.

İslam dünyasının karşı karşıya kaldığı üçüncü büyük saldırı ise batı emperyalizminin zamana yayılmış ve çok yönlü planlanmış devasa saldırıları ile gerçekleşti. Osmanlının batı (reform-rönesans ve sanayi devrimini yapmış )karşısında birçok alanda mevzi kaybetmesi zamanla Müslüman coğrafyanın sömürge topraklarına dönüşmesi ile sonuçlandı. Müslümanlar yaklaşık iki yy. dır bu psikolojik, kültürel, ekonomik ve askeri saldırılar karşısında farklı arayışlara girip bunu savuşturmanın yolunu aradılar ama Hilafet merkezi Osmanlının çöküşünü engelleyemediler. 

Yaklaşık yüz yıldır ise daha çok toplumsal hareketler ve aydın/ulema sınıfı Ümmetin tekrar dirilmesi için farklı çözüm arayışlarına girdiler. Bu çabaların bölgesel ve kısmi sonuçları olmakla birlikte, batı sömürgeciliğini etkisizleştiren bir aşamaya gelemediğimiz çok yalın bir gerçek olarak karşımızda durmakta.  

İslam dünyası belki şu an dördüncü büyük saldırı ve kuşatma ile karşı karşıya denilebilir. Aslında üçüncü saldırıyı savuşturamadan, ayağa kalkıp yeni bir varoluş ortaya koyamadan, üçüncü istilanın devamı olan bir saldırı ile karşı karşıyayız da denilebilir.

Peki böyle bir dönemde yaşayan biz Müslümanlar ne yapmalıyız ?

Akif’in: Tarih’i tekerrür diye tarif ediyorlar

            Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?     

Mısralarına kulak verip geçmişte gerçekleştirdiğimiz başarı hikayelerinin hangi dinamiklerle gerçekleştiğini tahlil edip yapmış olduğumuz hataları tashih mi edeceğiz; yoksa bir delikten iki kez ısırılma basiretsizliğine düçar olup gelecek nesillerin de bizim gibi boynu eğik yaşamasına katkıda mı bulunacağız. !?

Geçmişte Kudüs haçlıların elinden tekrar kolayca alınmamıştı bu günde alınmayacak. İç çekişmeler sonuçlanmadan bu belki mümkünde olmayacak. Osmanlı beyliği Bizans’ı hedef aldığı için birliği sağlayıp, çok sayıda büyük beyliği aşarak İstanbul’u fethetmişti. Bu günde zafer, kardeş ülkelerin başkentlerine göz koyanların değil, hedefine Küresel emperyalizmi oturtanların olacak.

Birkaç on yıl sürebilecek bu mücadelede hem ülkemizde hem de tüm ümmet coğrafyasında bizi aynı hedefe kilitleyecek bir motivasyona ihtiyacımız olduğu gibi, amaçladığımız hedefe varmamızı sağlayacak çok sağlam bir güç temerküzüne ihtiyacımız var. Çünkü arzuladığımız zafer kesintisiz bir direnişin ardından gelecek. Bu çok yönlü ve zorlu direnişi ancak aralarında kopmak bilmeyen bir bağ olanlar başarabilirler. Bu bağ varoluşsal bir bağ olmalı.

Müslümanlar için iman kardeşliği elbette tartışılmaz bir olgudur. Yine vahyin ışığında ümmet olarak adaleti hakim kılma mücadelemiz bizim kaynak ve hedefimizin birliğini gösterir. Ancak bu doğru tespitlerin günümüz gerçekliğine uyarlanması gerekiyor.

Bu noktada İbn Haldun’un asabiye teorisinden ilham almamız faydalı olabilir. Buradan etnik kökene dayanan bir asabiyeden bahsetmiyorum. Bazılarının sandığı gibi mezhep yada bölge asabiyesi de bizim için çıkar yol olmamalı. Bütün bunları aşan bir asabiye formülünü üretmemiz gerek. Öyle ki coğrafyanın birer gerçekliği olan kabile/kavim asabiyesi , mezhep asabiyesi ve çıkarlar asabiyesi dahi kendi varoluşunu bu üst asabiyenin hedeflerine hizmete bağımlı kılmalı. Paradoksal bir çözüm önerisi gibi gözükse de Hakikate zeval getirmeyecek böyle bir asabiyeler hiyerarşisinin üzerinde kafa yormak gerektiğini düşünüyorum.

Kaynak: hertaraf.com

Diğer Makaleleri