İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Cemal BALIBEY

Ömür, bir ıhlamur kokusu

Mevsimler birbiri ardınca durmaksızın değişir. Ah, bir bahar gelse deriz. Gökyüzünü bulutlar kaplar, yağmur yağar, ardından güneş çıkar, tomurcuk patlar, ağaçlar çiçek açar ve kokuları etrafa yayılmaya başlar.

Baharın misafirleri diyebileceğimiz erguvan, akasya, iğde, ıhlamur, manolya, gülibrişimin vaktini her yıl iple çekerim. Her birinin farklı bir iz düşümü olsa da ıhlamurun yeri ayrıdır bende... Onun kışın şifa niyetine içilen çayı, yazın sığınılan serin gölgesi hele de çiçeklerinin güzelim kokusu müstesnadır.

Ihlamur kokusunu bilir misiniz? Ihlamurun kendi ayrı kokar, çiçeği ayrı; kaynatılınca şifalı ıhlamur kokar, açınca mis gibi çiçeği... Soğuk kış gecelerinden aşina olduğumuz sobanın üzerindeki demlikten yayılıp odanın içini dolduran ıhlamur kokusu var ya, ondan daha hoş ve mest edicidir yeni açmış ıhlamur çiçeğinin kokusu. Taa çocukluğumdan, teyzemin balkonuna dolan ve bahar serinliği taşıyan esintiyle hatırlarım taptaze ıhlamur kokusunu. İlk defa o zamanlar yüzümü okşayıp geçerken merhaba demişti bana. Hele akşam serinliğinde, latif rüzgârların ikram ettiği ıhlamur çiçeklerinin buram buram kokusu daha kesif hissedilirdi.

Hanımla birlikte bu hafta sonu, otuz yıl önce kendisini ilk defa görmeye, peşinden de istemeye gittiğim evlerine ziyarete gittik. Evlendikten sonra bahçelerine bir fidan dikip de bunu hatırlamakta zorlandığım, fakat kayınvalidemin "Sen dikmiştin." dediği ıhlamur ağacı üç katlı evin çatısına kadar ulaşmıştı. Yanına diktiğim nar fidanı da boylanmış, o günden beri birbirlerine yarenlik ediyorlar. Ne zaman yanlarından geçsem bana gülümsediklerini hissederim. O vakit ben de tarifsiz bir neşeye bürünürüm. Zira ardımda bırakabileceğim iki güzel şahidim var; biri ıhlamur diğeri nar!

 

Nar ağacı, ıhlamurla aynı vakitlerde dikilmiş olsa da boyca ona yetişmesi mümkün değildi; fakat zarif bir duruşu vardı. Nar ağaçları yaz başında yeşil yapraklarının üzerinde küçük dondurma külahlarını andıran kırmızı boncuklarıyla pek alımlıdır. Meyveleri olgunlaştıkça yeşilden sarıya, sarıdan kırmızıya yolculuk eder. Sonbahara ulaştığında ana karnı gibi dolgunlaşır ve tamamen kızıl hale gelir.

Bereketli yıllarda nazenin dallar ağırlaşan narları taşımakta zorlanır, hafif kavisler çizerek onları aşağı doğru sarkıtır. İyice olgunlaştığında ise kabuğu aralayan taneler kırmızı bir ışıltıyla insana gülümser. Kapağı yarım açılmış mücevher sandığı görünümüne bürünerek iştahları kabartır.

Ihlamur ise iki binanın arasından başını göğe uzatırken, pencere ve balkonlara doğru kollarını genişçe açıp yayıldıkça yayılmış. Onları toprağa dikerken bir gün büyüyecekleri, sonra birinin çiçeklerini, diğerinin de meyvelerini toplayacağım aklımın ucundan bile geçmemişti. Şimdi dallarına kuşlar konuyor, görüntüleriyle gözümüz gönlümüz şenleniyor, içimizi bir huzur kaplıyor. Bahçeye adımımızı attığımızda bir bahar havası karşılıyor adeta. Özlemişim bu latif kokuyu.

Evin içini de aynı güzel koku doldurmuş. Ağaca tırmanmadan balkondan kolayca ıhlamur toplayan ev halkını görünce onlara eşlik etmeden duramadım. İnsanın kendi diktiği ağacın yıllar sonra çiçeklerini toplaması müthiş bir duyguydu. Eve dönünce kurumaları için onları masanın üzerine serdim. Baharı anbean hatırlatan ıhlamur kokuları bir hatıramı daha canlandırdı zihnimde.

Haziran ayının başıydı, bir öğretmen arkadaşımızın ablası vefat etmişti. Zeytinburnu'nda bir camide vakit namazını kıldıktan sonra mevtaya son vazifemizi yapmak için caminin avlusuna çıktık. Avluya adım atar atmaz insanı mest eden ıhlamur kokusu sarıp sarmalamıştı bizleri. Çocukluğumun tanıdık kokusuydu bu. Baktım ki tam karşımızda, musalla taşının yanı başında, avluda kök salmış devasa bir ıhlamur ağacı bütün haşmetiyle bir anıt gibi duruyordu. Göğe yükselen kocaman gövdesiyle çınarlarla boy ölçüşecek vasıftaydı. Koyu gölgesi ise caminin avlusuna ve tabuta doğru düşüyordu. Gölgelediği zemini dolduran cemaati bütün anaçlığıyla kuşatıp, ferahlatıcı rayihasını onlara cömertçe sunuyordu. Bu görkemli haliyle fark edilmemesi mümkün değildi.

Cenaze namazı için safa durduk durmasına ama daha yeni çiçek açmış muhteşem ağaçtan gözümü, kokusundan benliğimi alamıyordum. Doyasıya, derin bir nefes çektim içime. Hafif bir esintinin çıkması bile, yaprakların kıpır kıpır oynaşmasına ve ağacın üzerinde yeşil-beyaz renkleriyle bir raksı başlatmasına yetmişti. Bir yüzü koyu ve parlak, diğer yüzü soluk yeşil yapraklar serin bahar esintileriyle sallanarak baharı adeta bir şenlik havasında karşılıyorlardı.

Hocanın tekbirleri eşliğinde dualarımızı okurken bir yandan ıhlamur rayihaları adeta maveraya kapı aralıyordu. Açılan kapı rahmet ve mağfiret iklimine davet ediyordu. Biz de sıramızı savıp bu dünyadan çekip gittiğimizde kalanlar bizi nasıl hatırlayacaklar diye düşünmeden edemiyor insan. Burası dünya ve burada işler hep yarım kalıyor. Ölümse en büyük hakikat ve her çalana açılmayan, açıldığında ise girmemezlik edilemeyen bir kapı... Onu her an taze bir gül gibi yakamızda taşıyabilmek... Bu duygu insanı ölüme alıştırıyor sanki. Ölümü soğukluğundan soyuyor, uzaklaştırıyor, kendine alıştırıyor; korkulacak bir şey olmaktan çıkarıyor biraz. Şu karşımızda sessizce duran ıhlamur ağacı kim bilir kaç kez şahitlik etti herkesin ölümlü olduğuna. "Her canlı ölümü tadacaktır!" hakikatini haykırıp dile getirdi kulak vermesini bilenlere.

Ağacın mis gibi kokusunu üzerimize boca eden sarımsı çiçekleri, yeşil yaprakları arasında o kadar baskındı ki, bir an baharı yaşamadan ne çabuk sonbahara geçtik intibaı veriyordu. Lekesiz masmavi gökte gülümseyen güneş ise artık gölgelere sığınma vaktinin geldiğini haber veriyordu.

Ulu ıhlamur ağacı, yıllardır bıkıp usanmadan musallanın karşısında saf tutan misafirlerine temiz hava, kuş cıvıltıları ve tatlı bir melteme karışıp gelen ıhlamur kokulu esintisiyle lahuti bir besteyi fısıldayıp duruyordu. Camilerin havasına, asaletine ve ruhuna en çok da sükûnetin simgesi olan bu ağaç yakışıyor diye düşünürüm. Hepsinin ötesinde kokusu ruha iyi geliyor ıhlamur çiçeklerinin. Belki de bu hassas düşüncelerle ecdadımız cami avlularına, mescit önlerine, çeşme başlarına, meydanlara ıhlamur dikmişlerdir. Evet, onlar kendileri göremeyecekleri bir serinliği ve güzelliği gelecek kuşağa bırakacak kadar alicenaptılar.

Namazın edasından sonra başsağlığı dileklerimizle vazifemizi ifa ettik. Cenazede yanımda duran bir arkadaş, "Seni Fatih'e bırakayım abi," dedi. Ben de kabul edip arabasına bindim. Yolda gelirken caminin avlusundaki heybetli duruşu ve sakinleştirici kokusuyla beni büyüleyen ıhlamur ağacından heyecanla bahsettim. Arkadaş şaşkın şaşkın yüzüme baktı ve hafifçe gülümseyerek: "Aaa, o çok güzel koku ıhlamur muydu? Ben de kokuyu hissettim, fakat onun yanımdaki Hacı amcadan geldiğini zannetmiştim. Hatta Hacı amca hacı yağını bol bulmuş da esans küpüne girmiş herhalde!" demiştim kendi kendime.

Bu söz üzerine gülüşmeye başladık. Arkadaşım o günden sonra muhtemelen bir daha ıhlamur kokusunu hiç ama hiç unutmamıştır. Cenaze namazı esnasında sürekli hissettiği ıhlamur kokusunu Hacı amcadan bilmek gibi bir gaflete düşmüştü. O saatte uyku mahmurluğu olamazdı, olsa olsa bahar yorgunluğu olabilirdi.

Ömrümüzde kim bilir her birimiz kaç baharı geride bıraktık; ama hala büyük bir özlemle en güzelini yaşama arzusuyla nefeslerimizi ufuktaki o bahar için alıp vermeye devam ediyoruz. Hayat o kadar hızlı yaşanıyor ki, çoğu kez mevsimlerin gelişini, gidişini dahi hissedemeyecek kadar bizi körleştirebiliyor. İnsanlar tabiata ilgisiz. Patlayan tomurcuktan, açan çiçekten bihaber. Çoğumuz, "Vay be bahar gelmiş gidiyor, haberimiz yok!" ahvalindeyiz.

Aslında cemreler havaya, suya, toprağa düşerken ruhumuza da düşmeli derim. Zira mevsimler gökyüzünü değiştirmekle kalmıyor, ağaçları da değiştiriyor. Hatta insanların haletiruhiyesine de tesir ediyor. Mevsimler gelip geçerken ömür de gelip geçiyor işte! Onları bir misafir gibi karşılamaya ve ağırlamaya ne dersiniz?

Diğer Makaleleri