İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Cemal BALIBEY

Karga yüreği

Bir süre yaşadığımız yerler, ancak orayla vedalaştıktan epey sonra muhayyilemizde biçimlenir ve hafızamızda hiç silinmeyen izler bırakır. Ayrıntılar sonraları zihnimizden silinip gitse de, bizim için önem arz eden, sadece hatırlanmaya değer olanlar aklımızda kalır.

 

Ağaçlar ve çiçeklerin hayatımda hep ayrı bir yeri olmuştur. Onlara hayranlığım daha küçük yaşlarda başladı. Elleri evvelbaharda sardunya kokan, sonbaharda ceviz toplarken kınalanan bir çocuktum. Çocukluğumun geçtiği Derebağ'daki evimizin avlusunda her renkten güller vardı. İki kanatlı büyük dış kapıdan girildiğinde taşlarla döşenmiş uzun yolun sağ tarafında envai çeşit gül evin kapısına kadar eşlik ederdi. Her adımda başka bir koku sarardı tenimi. Çiçeklerin çokluğu sebebiyle evimiz parmakla gösterilirdi. Güllerin arasında küçük bir ağaç görünümündeki leylak açtığında ise bir gülü bir leylağı koklar koklar dururdum. Mutfağın hemen önündeki balkonumsu yerde ise toprak ve teneke saksılarda sardunyalar, ceylan gözü, begonya, karanfil, küpe çiçekleri rengarenk açardı. Bir renk cümbüşü dalgalanırdı adeta.

 

Avlunun bu ucunda, evin mutfak penceresi önünde, iri bir ağaç gövdesi kalınlığında olan üzüm asması vardı. Dört bir yana uzanan dalları ise ağaç direklerle desteklenerek tabii, devasa bir çardak haline getirilmişti. Dedem onu daha yedi yaşındayken diktiğini anlatırdı. Kocaman avlunun neredeyse yarısını kaplayan asma yapraklarının gölgesi, yazın bizleri güneşten korurdu. Ağustosta olgunlaşan üzümler, salkımlar halinde tepemizde sallanır dururdu. Asmanın yeşil yaprakları arasında buğulu kömür karası üzümler ağzımı sulandırır, onlara bakmaya doyamazdım. Dedem, kendi yaptığı iki ayaklı tahta merdivene çıkarak üzümlere uzanır, daha gösterişli olan asma üzerindeki salkımları, seyrek dokunmuş bez torbalara tek tek geçirirdi. Arıların ve kuşların delik deşik etmesinden onları korur, böylece dalında saklanan üzümler tazeliğini ve canlılığını uzun müddet muhafaza ederdi. Beyaz bez keseler içinde sallanan üzümler durdukça daha da ballanırdı. En olgun zamanında koparıp afiyetle yediğimiz bu üzümler gelen misafirlerimize de ikram edilirdi.

 

Üç katlı ahşap evimizin diğer tarafında bulunan bahçemizde ise ceviz, erik, ayva, elma, dut, mahlep gibi birçok ağaç vardı. Ama içlerinden ikisini unutmam mümkün değil. Evimizin penceresinden baktığımızda hemen gözümüze çarpan ulu ceviz ağacını ve tam karşımızda, bahçenin ortasındaki kiraz ağacını daha dün gibi hatırlarım. Uzunlamasına olan bahçenin kısa tarafında iki adam boyuna yakın, yer yer bel vermiş yüksekçe bir duvar vardı. Mahallenin sonuna kadar uzanan toprak yol, duvarın üzerinden geçiyordu. Bahçe duvarının hemen dibinde ise boylu kavaklar bir dizi asker gibi sıralanmışlardı. Yapraklarıyla rüzgârda nazlı nazlı salınıyor, sanki dünyanın en güzel nağmelerini icra eder gibi hışırdıyorlardı. Yedi yaşıma kadar her mevsim penceremden aynı manzarayı seyrettim. Mevsimlere, yağmurlara, rüzgârlara, ağaçlara, kuşlara ve güllere vurgunluğum da yine bu zamanlardandır.

 

O heybetli ceviz ağacı sonbaharın uğuldayan şiddetli rüzgârında bir sağa bir sola savrulur, sonra şaha kalkar, bir bayrak gibi dalgalanırdı. Kâh geri çekilir, kâh inatla öne atılırken ben, secdeye ha kapandı ha kapanacak diye için için ürperirdim. Öyle olurdu ki dalları evin kireç badanalı duvarlarına kadar uzanır, bir yandan yaprakların hışırtısı diğer yandan  dalların duvarları döverken bıraktığı ses kulaklarıma dolar, ürpertim daha da artardı. Kim bilir tepesinde ne rüzgârlar esmiş, kaç fırtına atlatmıştı bu yaşına kadar! O ise her şeye rağmen ne çok çaba sarfetmiş; büyüyüp serpilmiş, sonunda ulu bir ceviz ağacı olmuştu. Bütün kuşlar dallarında misafir olur, en çok da üzerine tüneyen kargalara ev sahipliği yapardı. Ne zaman rüzgârın uğuldayan sesini duysam, o devasa ceviz ağacının cezbeye gelen dervişler gibi bir sağa bir sola salınışı gözümün önüne gelir.

 

Kiraz ağacı ise baharla birlikte çiçeğe durduğunda adeta bize gülümserdi. Açan çiçekleriyle beyaz bir duvağa bürünürdü. Sevimli kiraz ağacının gelin gibi süzüldüğü bu bahçede, salatalıktan fasulyeye kadar çeşit çeşit sebze yetiştirilirdi. Bahçede karıkların açılması, sebzelerin ekimi ve sulanmasıyla genelde dedem ilgilenirdi. Yaz başlangıcında kiraz ağacımızdaki meyveler yeşilden kırmızıya evrilirdi. Mahallenin çocuklarından kurtulmayı başaranlar ise koyu kırmızı olur, dallarında alımlı alımlı sallanırlardı. Tam olgunlaştığı zaman siyaha çalan parlak kırmızı rengi ve iriliğiyle herkesi cezbederdi. Evvelbaharda açan beyaz çiçekleri ve yaz başında yeşil yaprakları arasında saklanan kırmızı meyveleriyle bu ağacın yeri bende bambaşkaydı. Çok sonraları öğrendiğime göre mevsimin ilk hasat edilen kirazıymış "Karga Yüreği!"

 
 

Çevremizde bu güzellikte kiraz ağacına rastlanmadığı için yoldan geçen afacan çocuklar onların albenisine dayanamaz ve ağaca dadanıverirlerdi. Kirazlar uzaktan kızarıp kendini göstermeye başlar başlamaz dallar çocukların istilasına uğrardı. Ağacın dalları kırılır, yeşil yaprakları yerleri doldururdu. Hırpalanmış ağacın üzerinde uzanılamadığı için canını kurtarmış kirazlar kalırdı. Elin uzanamadığı bu kirazlar ise kuşların nasibi olurdu. Her yıl tekrarlanan bu saldırılardan bizim kiraz ağacı derin bir yorgunluğun içine gömülür fakat kimseye küsmez, ertesi bahar hiçbir şey olmamış gibi yılmadan yine çiçeğe dururdu.

 

Bir sabah uyandığımda rahmetli dedemin evimizin önündeki "Karga Yüreği" tabirini verdiğimiz bu ağacı kesmiş olduğunu gördüm. Toprağa yakın bir yerinden kesilmiş, yerde yatıyordu kocaman gövdesiyle. Bir zamanlar yükseldiği yerde büyük, geniş bir boşluk vardı şimdi. Benim küçük dünyamda ayrı bir yeri olmuştu kiraz ağacımın. Bir tanıdık, bir arkadaş gibiydi o. Birçok mevsimi birlikte yaşamıştık. Onu kaybetmek bir arkadaşı kaybetmek demekti benim için. Boylu boyunca yere devrilmiş, düşerken dalları kırılmıştı. Bahçedeki ağaçların en güzeli artık yoktu. Bir daha asla meyvesinden tadamayacaktım. Pencereden keyifsizce baktım ve kederle, "Elveda sevgili kirazım!" diye geçirdim içimden.

 

Ağacın durduk yere kesilmesine çok üzülmüş ve buna bir anlam verememiştim. Daha sonra rahmetli annem ağacın kesilme sebebini şöyle açıklamıştı: "Oğlum kiraz yemek için ağaca tırmanan mahallenin çocukları haliyle bahçedeki ekili sebzelere zarar veriyorlar. Onları ağaçta gören deden belki onlara bağırıp çağıracak, çocuklar kaçmak isterlerken ağaçtan düşüp bir yerleri kırılacak. Dolayısıyla komşularla aramız açılacak, belki bu durum istemediğimiz bir husumete yol açacak. Şunu bil ki, öfke bir rüzgâr gibidir, bir müddet sonra diner ama bir çok dal kırılmış olur. Deden bir an öfkesine hakim olamayacağını düşünmüş ve ağacı bunun için kesmiştir. Çünkü öfke gelince göz kararır, gidince yüz kızarır." Sonra da: "Varsın Karga Yüreği kiraz değil de çarşıdan, pazardan alınan kirazı yiyelim, ama yüzümüz hiç kızarmasın!" diyerek beni teselli etmişti.

 

Şimdi uzak bir hatıraya dönüşen o bahçeyi ve yıllar boyu zihnimden silinmeyen annemin bu nasihatini hiç unutamam. Ahh, mümkün olsa da o evin geniş avlusunda tekrar annemin müşfik sesini duysam. Sonra avluda döşeli olan taşlara tek tek basarak dolaşsam, mis kokan güllerinden doyasıya koklasam. Bahçeye inip ağaçların hiçbirini atlamadan sırasıyla her birine tırmansam ve tıpkı eski günlerdeki gibi yemyeşil yapraklar arasından masmavi gökyüzünü bitimsiz seyre dalsam...

Cemal Balıbey

 

 
 

Diğer Makaleleri