İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Muhammed Fesih KAYA

Vakit Yeniden Bismillah Demenin Vaktidir

Değerli şairimiz İsmet Özel beyin "Her şey ben yaşarken oldu bunu bilsin insanlar’’ demesi gibi son çeyrek yüzyılda dünyamızdaki gelişmeler, insanlık tarihi yekûnunda gerçekleşenlerle neredeyse eşdeğerdir. Yaşadığımız hayatta çok şeye şâhit olduk ama ilk kez Kâbe’nin tavafa kapatıldığını umrenin ve hacın yapılmama kararının alındığını, camilerde namaz ve cumanın kılınamadığını ilk defa gördük.

Ramazanın gelişi ilk kez bizde bu kadar yürek burkulmasına neden oldu. Hâlbuki Ramazan, kutsal misafir, üç aylara girişle birlikte tüm küreyi arzda bir heyecana ve sevince neden olurdu. Bugün tüm dünyada yaşanan virüs musibeti nedeniyle, âdeta herkesin “ağzının tadı’’ kaçmış vaziyette. Neredeyse dünya haritasında bulunan tüm ülkeler virüsle mücadele ediyor. Yüzbinlerce hasta, on binlerce ölüm ve oluşan kaosla tarumar olmuş dünyamız yeniden toparlamayı bekliyor. Bu UMUTLA Ramazan, yeniden misafirimiz.

Zorunlu olarak yaşadığımız bu süreçle ilgili nasıl davranmalı ve neler yapmalı:

Korona virüsünün yayılmaması için alınan tedbirler nedeniyle bir süre okullara, cemaat çalışmalarına ve toplu programlara ara verildiği için vaktimizin çoğunu evde geçirmek zorunda kalıyoruz. Bu durumu fırsata çevirelim:

- Kuran'ı Kerim’i baştan sona mümkünse bir tefsir ile birlikte okuyalım.

- Riyazüs Salihin hadis kitabını (8cilt) bitirmeye çalışalım.

- Okuyamadığımız kitapları tamamlayalım.

- Dünyanın içinden geçtiği süreçte, biz Müslümanlar neden etkin olamıyoruz sorusu üzerinde düşünelim.

-Türkiye'de daha ölüm vakası dahi yaşanmamışken milyonların büyük bir paniğe girmesine, biz Müslümanların bundan sonra yaşanacaklara bir önerisi var mı? Tefekkür edelim.

- Herkesin kendini düşündüğü, işler ciddileştiğinde hayatta kalmak için başkalarının yok saydığı bir atmosferde, ahirete inanan bizler, toplum olarak soğukkanlı bir tutum ortaya koyabilsek, makineleşen bu dijital dünyada tutsak haline gelen dünya halklarına umut haline gelmez miyiz? Düşünelim.

- İnsanlığın ve Dünyanın geleceği ile ilgili çok kirli hesapları olan küresel çeteye karşı sözümüzü söyleyebilmek için vahiy merkezli çok sıkı bir dünya okuması yapmamız, saflarımızı sıklaştırıp ahlaki bir zeminde hedefe kilitlenmemiz gerek. Bu doğrultuda programlar, taslaklar hazırlayalım, tekliflerimizi somutlaştıralım.

Ramazan; başı rahmet, ortası merhamet, sonu cehennemden azat olmaktır.

Ramazan; kameri ayların dokuzuncusu, Müslümanların oruç tutmakla mükellef oldukları dinimizce kutsal sayılan ay.

Ramazan; Arapça bir kelimedir. Bu aya ramazan denmesinin hikmetini şöyle belirtilmiştir âlimlerimiz:

1. Yaz sonunda, güz mevsiminin evvelinde yağıp da yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur manasına gelen "ramda"  kelimesinden alınmıştır. Bu yağmur, on bir ay boyunca dünyada hem maddi planda hem de mana planında etkilenerek kirlenmiş olan müminlerin tüm yönleriyle kendini arındırdığı aydır. Ramazan denince aklımıza ilk anda oruç gelmekle birlikte bu ay sadece oruç ayı değildir; ancak oruç Ramazan ayının en başat ibadetidir. Efendimiz (as) bu bağlamda şöyle buyurmaktadır;

"Kim inanarak ve alacağı sevabı Allah’tan umarak ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır’’ (Buhari)

2. Güneşin şiddetli hararetinden, taşların yanıp kızması anlamına gelen ‘’ramad’’ kelimesinden alınmış olduğu da rivayet edilir. Bu şekilde kızgın yerde yürüyenin ayakları yanar, zahmet ve meşakkat çeker. Bunun gibi Ramazan’daki en önemli ibadetlerden birisi olan orucu tutan kimseler de açlık ve susuzluğun hararetine katlanır, meşakkat çeker, içi yanar. Kızgın toprak ve taşta yürüyenlerin ayaklarının yanması gibi Ramazan da müminlerin günahlarını yok eder.

Ramazan ayına on bir ayın sultanı denmiştir.

Ramazan’ı sultan yapan bazı özelikleri kısaca şöyle sıralamak mümkündür:

  • Kur’an-ı Kerim’de adı açıkça ifade edilen tek aydır.
  • Kur’an-ı Kerim’de bin aydan daha hayırlı olduğu ifade edilen Kadir gecesi bu ayın içerisindedir.
  • Dinimizin beş temel şartlarından birisi olan oruç bu ayda farz kılınmıştır.
  • Fıtır sadakası vermek bu aya ait bir ibadettir
  • Teravih namazı bu ayın gecelerine has bir namazdır.
  • İtikâf bu ayın içerisinde gerçek anlamını bulmuştur.

Efendimiz(as) şöyle buyurmuşlardır;

’’Ümmetime Ramazan ayında beş şey verilmiştir ki bunlar benden önceki hiçbir peygambere verilmemiştir:

1. Ramazanın ilk gecesi olunca, Allahu Teâlâ ümmetime rahmet nazarıyla bakar. Allah her kime rahmet nazarıyla bakarsa artık ona ebedi olarak azap etmez.

2. Akşamladıklarında ağızlarının kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.

3. Melekler her gün ve gecesinde onlar için istiğfar eder.

4. Allahu Teâlâ cennetine emredip; kullarım için hazırlan ve süslen. Onların dünya meşakkatlerinden kurtulup benim yurduma ve ihsanıma istirahat için gelmeleri yaklaştı buyurur.

5. Gecenin sonu olunca Allah hepsini bağışlar.

Orada bulunanlardan birisi O gece Kadir gecesi midir? Diye sorar Efendimiz (as): ‘Hayır, çalışanları görmüyor musun? Onlar çalışıp işlerini bitirince kendilerine ücretleri tam olarak ödenir buyurdu.’’ (Beyhâki)

Aslında bütün ibadetlerde ortak hikmet kanımca Efendimizin (as) ‘şüphesiz ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim’ deki mübarek sözlerinde gizli. Elbette ki bu tespit başka bir yazının konusudur. Ancak buradan yola çıkarak aslında bütün ibadetlerin asıl gayesi ve hikmetinin, Allah’ı görüyormuş gibi ona ibadet etmek, çerçevesinde insanın hayatını inşa ve ihya etme ahlakını edin/dir/mesidir.

Bu bağlamda Ramazan ayının en önemli ibadetlerinden biri olan oruç ile ilgili şunları ifade etmek gerekir;

Oruç, kişiyi nefsin isteklerine karşı engelleyip, insanın bunlara hâkim olmasını sağlayan ve dahası kişiye itaat ve sabrı uygulamalı olarak öğreten en önemli amellerdendir.

Oruç, nefis tezkiyesinin en yüksek makamı olan sabrın yanı sıra şehvani istekleri frenleme ve onların esiri olmamak adına hayatlarımızda büyük rol oynar.

Oruç, fertlerin ahlakı üzerinde derin izler bırakarak hayatın tüm alanlarına nüfuz eder.

Oruç, İnsanları terbiye ederek onları edeplendirir, huylarını düzeltir, ahlaklarını güzelleştirir, iradesine hâkim olmasını ve nefsine galip gelmesini sağlar.

Yukarıda yazılanların gerçekleşmesi için azami olarak şunları yerine getirmek gerekir.

  • Gözü haramdan korumak: Efendimiz (as) şöyle buyurmuşlardır;

"Gözün harama bakması şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah korkusundan dolayı bu şekilde bakmayı terk ederse, Allah ona öyle bir iman nasip ederki kişi onun tadını kalbinde duyar.’’ (Taberani, Hâkim)

  • Dili korumak:  yalan, gıybet, çirkin söz ve alaycı ifadeleri terk etmek.

Sufyanı Sevri 'gıybet' orucu bozar.

Mücahit ise 'yalan ve gıybet' orucu bozar demişlerdir.

Efendimiz (as) ise şöyle buyurmuşlardır;

"Kişi yalan sözü ve onunla amel etmeyi bırakmadığı takdirde Allah’ın onun yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.’’ (Buhari)

"Oruç bütün fenalıklara ve cehenneme karşı bir kalkandır. Sizden birisi oruçlu olduğu vakit cahillik edipte kem söz söylemesin, şayet birisi size sataşır ise ona ben oruçluyum diye mukabelede bulunsun.’’ (Buhari)

  • Diğer uzuvları haramdan korumak: Efendimiz (as) şöyle buyuruyorlar;

"Nice insanlar vardır ki, tutmuş oldukları oruçtan geriye onlar onlara açlıktan ve susuzluktan başka bir şey kalmamıştır.’’ (İbni Mace, Müsned)

Sonuç olarak oruç, nefis tezkiyesi ve manevi gelişimimiz için çok önemli bir ibadettir ve farz orucun dışında kalan nafilelerle bunu yıl içinde de devam ettirmeliyiz.

Ramazan denince elbette ki hayat kılavuzumuz olan Kuranı Kerim’den söz etmemek mümkün değil. Allah; Kur’an-ı Kerim’i mübarek olan Ramazan ‘da ve mübarek olan Kadir gecesinde indirmeye başlamıştır.

 Dolayısıyla;

İşlemeli muhafazalar içerisine koyup, odalarımızın duvarlarına astığımız Kur’an-ı Kerim anlaşılmayı ve hayatlarımızı anlamlandırmayı bekliyor.

Otomobillerimizin içini, işyerlerimizin duvarlarını ve camilerimizin kubbelerini süsleyen ayet-i kerimeler anlaşılmayı ve hayatı anlamlandırmayı bekliyor.

O kitap, tüm insanların adreslerine peygamber vesilesiyle gönderilmiş birer mektuptur ve anlaşılmayı bekliyor.

Peki, Kitabın sahibi bu kitap vesilesiyle bizlerden ne istiyor? Bu kitap insanı 'kâinat' ve 'varoluş' hikmeti karşısında tavır takınmaya çağırmakta, onun 'büyük emaneti' yüklenişini görmek istemektedir. Aldanış ve uyanıklık,  İki ayrı tablo, iki ayrı tavır, iki ayrı yoldu. Asırlar geldi ve geçti bir tarafta insanlar anlaşılmaz biçimde yollarını kaybederken diğer taraftan 'bu yol' birçok insanın önünde aydınlandı ve onlar bu kitap ile hayatı anlamlandırmanın sığınağına çekilip en ince noktalarıyla gerçeği yakalamayı başardılar.

Şeyh Şadi Şirazi "Demircinin körüğü de hava alıp verir. Fakat yaşamış sayılmaz’’ der.

Yine; "Herkes ölür. Ama herkes gerçekten de yaşamış olmaz.’’  buradan yola çıkacak olursak, peki gerçekten de yaşamış olmak için insanın neye ihtiyacı var? Neyle ve nasıl yaşamalı?

Evet, gerçek manada yaşamış olmak için, ilahi bilgiyle hayatı anlamlı kılmak gerek. O halde Kuran-ı Kerim’i tanımalı anlamalı ve yaşamalı insan.

Bu bağlamda şu cümleleri kurmak doğru olur sanırım:

Kur’an-ı Kerim, tamamen Allah’ın sözüdür. Kelimelerin seçilişi cümlelerin kuruluşu, ayetlerin tertibi, lafızları ve manasıyla tamamen Allah’a aittir.

Kur’an-ı Kerim, sadece Peygamber Efendimizin dönemine ait bir kitap değil kıyamet sabahına kadar gelecek tüm zamanlara ait olan bir kitaptır.

Kur’an-ı Kerim, zamanın geçmesiyle eskiyen bir kitap değil, daima tazeliğini ve güncelliğini koruyan, İnsanları geriye değil ileriye götüren zamanın ve mekânın değişmesiyle değerini yitirmeyen bir kitaptır.

Kur’an-ı Kerim’in amacı; insanı dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştırmaktır.

Kur’an-ı Kerim’in ana konusu, Allah ve insandır. Kur’an, Allah’ı ve insanı tanıtır. Kur’an insana ait olan işleri dünyaya ait olanlar ve ahrete ait olanlar diye bir ayrıma gitmez. O halde kafalarımızı çatlatırcasına bu bize hayat bahşedecek olan kitabı anlamaya çalışmalıyız.

Yine Ramazan ayının içerisinde bulunan ve bizleri kemal basamaklarından teker teker çıkaracak olan itikâf ile ilgili olarak çok kısaca şunları yazmak mümkündür.

İTİKÂF: İtikâf sözlükte, bir şeye yapışmak, tutunmak ayrılmamak, kendini bir şeye vermek, meşgul olmak, vaktini doldurmak, inzivaya çekilmek vs. anlamlarına gelirken; Istılahta ise bir mescide veya o hükümdeki yerde ibadet için özel şekilde bulunmak, Ramazan ayı içerisinde ve bazen sair zamanlarda da günler ve geceler boyu mescide kapanarak bütün dünyevi faaliyetlerden uzak bir şekilde tamamen ibadet ve tefekkürle meşgul olunmaktır.

İtikâfın amacını şu iki başlık altında toplamak mümkündür:

1. Müminin/davetçin, dünya meşgalelerinden kendini bir süre için tecrit ederek Rabbi ile halvete (tenhaya çekilme, yalnız kalma, ibadet, zikir, riyazet ve murakabeyle meşgul olmak üzere ıssız bir hücreye kapanma) çekilmesidir. Bu süre zarfında nefsini muhasebe etmesi sayesinde, hayatını ve amellerini O’nun rızası doğrultusunda tanzim etme ve rabbani bir adam olma şuur ve haline erebilmesidir.

2. Ramazan ayının son on gününde girilen itikâf sayesinde ki bu en faziletli itikâftır Kadir gecesine rastlanılarak Kadir gecesi idrak ve ihya edilmiş olunur.

İtikâfın faydaları, hükmü, giriş ve çıkış, itikâfa girilecek yer, sahih olmasının şartları v.s. ile ilgili birçok şeyi saymak mümkündür. Ancak itikâf konusu başlı başına yeni bir makale konusudur.

Kadir gecesi:
Allah (c.c.) Recep ve Şabandan sonra Ramazanı O’nun rızasına uygun ihya edenlere son bir iyilik olarak, bu üç aylık eğitim sürecinde yetiştiremedikleri veya eksik bıraktıklarını tamamlamak ve gayretlerine iltifat etmek üzere Kadir gecesini ihsan eder.

Zaman ve mekânlar kendilerinde meydana gelen büyük ve önemli olaylarla değer kazanırlar.

Örneğin: Mekke çölünü kıymetli kılan vahyin orada vuku bulması ve Kabe’nin orada olasıdır.

Kudüs’ü değerli kılan Beytü’l Makdisin orada olmasıdır.

İstanbul’u değerli kılan, Hz. Peygamberin hadisinde yer almış olmasıdır.

Kadir gecesi hayırlarla dolu olayların vuku bulduğu bir gecedir.

Kadir kelimesi; güç, hüküm, değer, şeref gibi anlamlara gelir, özelikle Kur’an-ı Kerim’in bu gecede indirilmeye başlanmasından dolayı bu geceye Kadir gecesi adı verilmiştir. Çünkü Kuran bu geceye değer katmış ve geceyi şereflendirmiştir.

Ebu Hureyre'den rivayet edilen hadisi şerifte Efendimiz (a.s.) şöyle buyurmuşlardır;

"Her kim iman ederek ve sevabını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları mağfiret olunur. Yine her kim de faziletine iman ederek ve mükâfatını sadece Allahu Teâlâ’dan bekleyerek Kadir gecesinde ibadet için kalkarsa geçmiş günahları mağfiret edilir.’’ (Buhari)

Sonuç olarak; Kadir gecesi, fert olarak, aile olarak ve toplum olarak kararlar alacağımız bir karar gecesi olmalıdır. O halde bu geceyi bir taraftan ibadet ve taatla geçirirken diğer taraftan bundan sonraki yaşantımız için kararlar aldığımız gece haline çevirelim. Bu gecenin ihyasına dönük olarak Hz. Aişe (ra), Efendimize bu geceye ulaştığında yapılması gerekeni sorduğunda Efendimizin Ona;

"Allâhümme inneke afüvvün kerîmün tühibbül-afve fa'fü annî.Allah’ım sen af edicisin, af etmeyi seversin benide af et’’ (Tirmizi) şeklinde dua etmesini buyurmuşlardır.

Allah Ramazan’ın sonunda, Ramazan’ı hakkı ile ihya eden kullarından eylesin. Allah, bayram sabahı beraatını alanlardan eylesin. Amin.

Diğer Makaleleri