İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Muhammed Fesih KAYA

Aşkın Bir Adı da Şehadet

İnsan kendi kişiliğini Kur’an ikliminde ilmek ilmek dokumaya başladığında oradan namaz kılan, oruç tutan, hacca giden bir insanın yanı sıra cihad kaygısı taşıyan, şehadet özlemi duyan bir insan çıkar. Yani dertli bir insan çıkar. Kaygısı Allah rızası ve ahiret endişesi olan bir insan çıkar.
 
İhlâslı her müminin ufkunda şehadet özlemi vardır.
Allah Rasulü’nün (sav) bu dünyadaki en büyük isteğinin Allah yolunda öldürülüp, tekrar diriltilmek;  öldürülüp, tekrar diriltilmek olduğunu düşünürsek bu büyük mertebeye ulaşmak elbette her mü’minin sevdası olacaktır. 

Şehitliği şahitlikle birlikte düşünmeliyiz. Zira şehitlik, şahitliğin bir sonucudur. Bizim şahitliğimiz elest bezminde başladı. A’raf Suresi 172. ayeti hatırlayın. Hani yüce Allah: “Elestü bi rabbiküm (ben sizin Rabbiniz değil miyim?)” diye soruyor da kullar: “Galu bela (evet sen bizim Rabbimizsin, şahit olduk)” diyorlar ya. Böylece Allah ile muahede gerçekleşiyor.
 
Henüz dünya hayatına gelmeden şahitliğin başladığını görüyoruz. Akabinde insanoğlu dünyaya geliyor. Özellikle mükellef olma, akıl baliğ olma aşamasına gelince bu defa kelime-i şehadetle muhatap oluyor. Kelime-i şehadeti getirerek aslında ruhlar âlemindeki o şehadetini, gaybi olan şehadetini dünya gözüyle vicahiye dönüştürüyor. Bir fiil bunu dünyada da dillendirmiş oluyor şahidliğini. Kelime-i şehadetle birlikte bu defa diğer şahitlik devreye giriyor. Bakara Suresi 143. ayette bakıyoruz ki: “Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık.” Ve Maide suresi 8. ayet; “Ey iman edenler! Adil şahitler olarak Allah için hakkı ayakta tutun”
 
Şahit olmak numune-i imtisal kabul edilmektir.
Şahit olmak bir karar ve hüküm için delil kabul edilmektir.
Şahit olmak güzel ahlakıyla, ilmi irfanıyla seçilmişliktir.
Şahit olmak merkezî bir cazibe mercii, hayrın ve hakikatin önderi olmak demektir.
Şahitliğin zirve noktası da şehitliktir.
Şahit olanın hayatını şehadetle taçlandırmasının adıdır şehitlik.
Evet, şehitlik, kişinin bu şahitliği hayatıyla ispatlamasıdır.
Yani hayatını Allah (c.c) yoluna tahsis ederek, teslim ederek, adayarak şehitlik dediğimiz mertebeye ulaşmasıdır.
 
Şahit, aynı zamanda yaşayan şehit demektir. Şehit de değerleri için kendini adayıp, feda edip ölümsüzleşen kişi demektir.
 
Evet, dostlar! Şehitlik şahitliğin bir sonucudur. Hayatında şahitliği gerçekleştirenleri Allah (cc) sonunda şehitlikle mükâfatlandırıyor.
 
Şahitlikte ve şehitlikte karşımıza çıkan şudur; şahitlik bilinciyle, şehadet ruhuyla, arzusuyla yaşayan müminin temelde hayata yaklaşımı şudur: Kendisini bu dünyaya ait hissetmez. Bu dünyaya takılı kalmaz. Tüm hesaplarını bu hayat ekseninde düşünmez. Şahitlik ve şehadet bilincini yakaladığı zaman esas ait olduğu dünyayı idrak etmiş olur.
 
Şahitliğin gereği ve şehitliğe giden yol nedir?
Önce dua: nimet verilenler arasında olmayı istemek. "Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet" (Fatiha 7) Güzel bir arkadaş olarak şahit ve şehit olanları örnek almak. “Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisa 69)
 
Allah yolunda olmak, sürekli koşuşturma, sürekli gayret ve hizmet… Allah yolunda olmadan Allah yolunda ölemezsiniz. Allah yolunda olmak, gayreti, mücadeleyi hayat tarzı haline getirmektir. Şehit Hasan El Benna’nın dediği gibi: “Hayat iman ve cihattır”
 
İman ve mücadeleyle yoğurmak hayatı… Malla ve canla vermek, illa vermek… Yakıni bir iman ile olacak bu: Allah'a ve ahret gününe kesin bir iman ile olacak. Bu imana sahip olanlar haydi cihada denildiğinde mazeret üretmediler. Ne evladu ıyal, ne mal, ne yol, ne sıcak hava… Hiçbir şey onları şehadet yolundan alıkoymadı. Hatta mazeret sunmak nifaktan bir iz taşımaktı.
 
Kalbinde Allah ve rasul sevgisi ve onun dini için gayret etme aşkı iştiyakı olacak. “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe 24)
 
Allah’ın rahmetini, mağfiretini her şeyden daha değerli görmekle olacak. “Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah’ın bağışlaması ve rahmeti onların topladıkları (dünyalıkları)ndan daha hayırlıdır.”  (A.İmran 157)
 
Karşılığı cennet… Karlı bir alış veriş bu. “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.” (Tevbe 111)
 

Şehadet aslında yaşamayı, diri olmayı ve diri kalmayı tercih etmektir. Çünkü şehitler ölmez. “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar.” (A.imran 169)
 
Niyet çok önemli, ihlâs çok önemli cihadınızda kuzman gibi olma tehlikesi var Allah korusun, hicretinizde Ümmü kays’ın muhaciri olmak da var… Onun için “Mü’minin niyeti amelinden daha hayırlıdır.” Buyurmuş Peygamberi Zişan.
 
İster malını ver, ister canını; ama illa Allah için, sadece O’nun rızası için vereceksin. Kalbinde bu duruluğu ve netliği yakalamadan verdik zannedilenler aleyhimize olabilir Allah korusun.
 
Şehitliğin sırrı adanmaktır dostlar!
Adanmak… İnsanlığın kurtuluşu için kendinden vazgeçmek, kendini feda etmektir. Yasin suresinde geçen Ashab-ı Karye’yi hatırlayın. Azgın bir toplum, Allah’ın elçilerini yalanlarken hani şehrin en uzak ucundan gelen bir kişi vardı orada. Elçilere destek veriyor, o toplum onu da reddediyor, linç ediyor, şehid ediyor. Şehid olduktan sonra ne dediğine dikkat edin:  “Keşke kavmim bilseydi! Rabbimin bana mağfiret ettiğini, bana ikramda bulunduğunu keşke bilmiş olsalardı.”  İşte buradaki bilinç düzeyini önce yakalamak lazım. Yani kendisi cennete girse bile hâlâ gerideki toplumun kurtuluşunu dert edinmiş olan bir yürekle karşı karşıyayız. Kanına, hayatına kasteden insanların geleceğini, ahiretini öylesine düşünüyor ki katil olmaları o anda onu meşgul etmiyor. İşte şehidin mantığı budur. Bu açıdan şehidin mantığını kavramak lazım, şehidin aşkını anlamak lazım, şehidin mesajını, çağrısını doğru okumak lazım.
 
Diriltme çabasıdır bu, imhaya değil ihyaya odaklanmaktır. Bize yabancı değil şahitlik, şehadeti tanıyoruz biz. Biz bu adanmayı ve diriltme çabasını asrı saadetten günümüze yaşatan örnekleri iyi tanıyoruz. Hz. Hubeyb’de gördüğümüz Allah resulüne bağlılığı ve O’nun ayağına bir diken batmasına dahi razı olmayıp can feda etmeyi, İskilipli Atıf Hoca’da gördük. Evet, biz! Neye mal olursa olsun, İslam’ın hükümlerinin kaldırılmasına karşı sessiz kalmamayı; zulme ve zalime karşı mücadeleyi, tıpkı Hz. Hüseyin gibi şehadetin de en az kazanmak kadar başarılı olduğunu bize bu asırda yeniden öğreten Şeyh Said’de de gördük. O demişti: “Bu dünyadaki hayatımın sonu geldi. Şu basit ağaç dallarına asmanıza perva etmem. Kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Muhakkak ki yolum, Allah yoludur.”
 
Musab b. Umeyr, Hasan el Benna olup çağlar aşıp geldi ve bize muallimliğin ve şehitliğin nasıl birleştirildiğini öğretti. Yıllar öncesinden atılan tohumların, baharı müjdelediğini öğrendik. Biz zalime karşı dik duruşla gelen şehadeti Ahmed b. Hanbel’de ve Seyit Kutup’ta gördük. Abdullah b. Cahş’ın arınma çabasını Tekiner Tayfur’da gördük: “Ya rab, kanımı günahlarıma kefaret kıl.” Sesine kulak verdik ve âmin dedik. Ebu Dücane’nin kılıcında yazılı olanın 21. asırda Haris’te, Murat’ta ve Bülent’te karşılık bulduğunu, onlarda ete kemiğe büründüğünü gördük. Enes b. Nadr’ın sadakatini Fuat Çağlar’da, Bilal Yaldızcı’da gördük. Ne güzel arkadaştılar ya rabbi!...ve hasüne ülaike rafîka.
 
Biz Ebu zerce bir adamlığı Bahattin Yıldız olarak tanıdık, tanıdık hamdolsun. Gösterdi Allah hamdolsun. Evet, dostlar! Şehitler bize şehadetin bir başlangıç değil sonuç olduğunu öğrettiler. Şehadetin şehit gibi yaşayanların hakkı olduğunu ispatladılar. Onlar sekinet adamıydılar. Endişeleri ve dertleri ahiretti. İstikamet üzere olmaktı. Samimi ve dürüsttüler. Ruhaniyetleri güçlüydü. Onlar duyarlı ve fedakârdılar. Mukaddes bir davaya sevdalanmışlardı. Âşıktılar, ahh minel aşk. Aşkı anlamayan şehadeti anlar mı? Aşkın bir adının şehadet, diğer adının da yorulmamak olduğunu bilir mi? Aşkı anlamayan adanmanın ne olduğunu bilir mi? İşte aşk adamı olan şehitler, “Madem ölüm tek bir defa gelecek o da neden Allah için olmasın.” Diyerek ölmeden önce ölmeyi bildiklerinden öldükten sonra yaşamayı hak etmişlerdir.

Şimdi şahitlik sırası bizde. Evrensel bir sorumluluğumuz var bizim. Yeryüzünde fitneden eser kalmayıncaya ve din yalnız Allah’a ait oluncaya kadar cehdetme sorumluluğu bu.  
 
Kul ile Allah arasına giren engelleri ortadan kaldırmak hedefiyle İslam’ı tüm insanlara ulaştırmaya gayret etme noktasında bir hidayet taşıyıcılığına soyunmak gerekiyor. Bu görevi cehdle, mücadeleyle yerine getirecek bir feda oluş gerekiyor. Efendimizin veda hutbesinde sesinin ve sözünün ev içlerimizden yeryüzüne taşımayı vasiyet etti. İslamın o ilk nesli bu peygamber çağrısını nasıl anladı ve ne yaptıysa biz de öyle anlamaya ve yapmaya mecburuz. Onlar ebedi sorumluluk bilinciyle fevc fevc yeryüzüne dağılmışlardı. Bugün İslam coğrafyası olarak bilinen K.Afrika, Balkanlar, Ortadoğu ve Asya… Sahabe neslinin diktiği bayraklarla İslam toprağı oldu.
Bizler de şahsiyetlerini Kur’an ve sünnet ruhuyla donatabilirsek, hayatlarımızı peygamber terbiyesine sunabilirsek, yüreklerimize sahabe nişanı taşıyabilirsek, evet şahitliğin hakkını verebilirsek İslamın rahmet iklimini bir medeniyet dokusu halinde evden mahalleye, şehirden ülkeye ve tüm dünyaya inşa edebiliriz.
 
Evet, kardeşler! Bizler görüldüğünde Allah’ı hatırlatan insanlar olmak zorundayız. Ahlakımızla Allah’ın şahitleri olduğumuzu göstermek zorundayız. Bize şahit olarak Allah yeter bilinciyle her daim Allah ile olduğumuzu bilmek ve bunu hayat tarzı haline getirmek zorundayız. Ve bizler ölüme gaflet anında yakalanmamak için şehadet bilincini kuşanmak zorundayız.
    
Şahitliğiniz mübarek olsun. Allah razı olduğu bir anda canımızı alsın.  Ve bizi şehadetle rızıklandırsın. Âmin.
 
Not: Bu yazı, Fesih KAYA’NIN 17.02.2013 pazar günü Diyarbekir’de İHVAN DER’İN "Hasan El Benna Ekseninde Şahadeti Anlamak" konulu programında yaptığı konuşmanın metnidir. 

Diğer Makaleleri