İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Ömer BUDAK

TRANSHÜMANİZMİN İLAHLARI ULUHİYETLERİNİ İLAN EDİYOR!

Birkaç gündür çeşitli mecralar Whatsapp’ın yeni gizlilik sözleşmesini ilan etmesiyle adeta çalkalanmakta, yer yerinden oynamakta. Yıllardan beri konuşulan, kimisi için komplo teorisiymiş gibi gelen şeyler artık aleni olarak tartışılmakta. Her Whatsapp grubundan farklı mecralara taşınma önerileri yağmakta, kime ait olduğunu bilmediğimiz ses kayıtları yeni şeyler keşfedermiş gibi mezkur gruplarda kol gezmekte.

Kimileri olayın şokunu hala atlatamamış gözüküyor. Dijital tekilliğe doğru yelken açtığımız iddia edilirken belki de insan aklının bazı şeyleri kavramada acze düşmesi hissini artık son kere yaşıyor! Sadullah Paşa’nın “19. Asır Şiiri”nde günümüze kıyasla çok erken bir tarihte ifade ettiği üzere: Mecaz oldu hakikat, hakikat oldu mecaz / Yıkıldı belki esasından eski malumat.” der gibi, insan oğlunun eriştiği bu (en azından kendi birikimi çerçevesinde) son teknolojiye hayretle bakıyor.  Belki de farkında olmadan iç içe girdiği, kendini ondan ayırt edemediği teknolojiyi kullanmaktan son derece nedamet duyuyor.

Kimi bilmişlerimiz de çeşitli sosyal medya mecralarından gördüğü, topladığı beylik cümlelerini bizlere, çeşitli Whatsapp gruplarında sanki bir transhümanizm havarisiymişçesine allaya pullaya terviç etmekten hiç çekinmiyor. Oradan buradan aldığı beylik cümleleriyle bize ahkam keserken; aslında iradesini çoktan başkalarına kaptırdığını, zihnen köleliği kabul ettiğini ve transhüman olmaya daha dünden razı olduğunu adeta haykırıyor. Bilgiçlik taslayayım derken düştüğü cehaletin ve acınası durumun farkına bile varmadan, farkında bile olmadan…

Bir de arafta kalmış bir topluluk var. Bunlar gelişen süreci kabul etmek istemiyorlar. Mahremiyetlerini korumakta ısrarcı davranıyorlar. Hatta çeşitli çözüm önerileri bile sunuyorlar. Sanki uluhiyetlerini ilan etmeye hazırlanan transhümanist ilahların bir kaderinden başka bir kaderine kaçmak istermişçesine, bahsi geçen uygulamayı bırakıp farklı uygulamalara geçmeyi bir çıkış yolu olarak takdim ediyorlar.

Ancak çoğumuz için meselenin iç yüzü hala gizliliğini sürdürüyor.

Yine toplumumuzun bir kırılma noktası olan Osmanlı modernleşmesi döneminde yetişen aydınlar, genellikle meselenin künhünü yeterince kavrayamamaktan eleştirilirler. Batı’da bilgi metodolojisinin değişmesiyle bilim ve teknolojinin verdiği meyveler karşısında dehşete düşmüş, gözlerine perde çekilmiş, Batı’nın meydana getirdiği harikalarla şoka uğramış münevverlerin, gözleri olsa da olayların gidişatını göremediği genellikle dillendirilen bir husustur.

Ne dersiniz? İbn Haldun’un “Geçmiş geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer” sözü gereğince, yaklaşık 200 yıl sonra daha şiddetli bir şekilde yaşanan şu kırılma döneminde biz de aynı şeyleri mi yaşamaktayız?

Şu günlerde yaşanılan şoku, aslında geçiş döneminin insanlarda yaşattığı gerilim olarak açıklamak mümkün. Hümanizm ile birlikte İlah, varlığın merkezinden azledildi ve yerine insanın kendisi ikame edildi. Ardından insan sanayi devrimiyle İlah’ın koymuş olduğu sınırları tek tek aştı. Bu durum geleneksel toplumlar nezdinde üst düzey bir gerilim oluşturdu. Ama insanın kâinatın efendisi olmayı tamamlaması için geriye bir şey kalıyordu: O da İlah’ın olduğu iddia edilen evren tasarısının insan dahil olmak üzere değiştirilmesi ve son dönemde geliştirdiği nano-teknoloji, biyo-teknoloji, yapay zeka gibi bilimsel ve teknolojik araçlarla, İlah’ın olduğu iddia edilen tasarıdan çok daha kusursuz(!) yeni bir tasarıda bulunması, böylece insanın ilahlığını herkese tescil ettirmesi.

Ancak tüm bunların gerçekleşebilmesi adına insanların insanlığını unutması, insanî değerlerin değersizleştirilmesi artık son kavşak ya da son barikat olarak transhümanistlerin karşısında duruyor.

Dijitalleşmeyle beraber kuşkusuz en çok zarar gören değerlerimizden biri olan mahremiyet, aslında önümüze dayatılan bu son sözleşmeyle birlikte tamamen eritilmek isteniyor. Böylece insanlığımızın iyice muğlaklaştırılması ve geçiş aşamasına uygun yığınların hazırlanması bekleniyor.

Peygamber Efendimiz malum hadisinde, kötülük karşısında kalp ile buğz etmeyi imanın en düşük mertebesi olduğunu, bunun ötesinde hardal tanesi kadar imanın bulunmadığını söylüyor. Çünkü kötüye, yanlışa itiraz edilmediğinde doğru ve yanlışın, iyi ve kötünün arasındaki çizgi bulanıklaşıyor. Bu ise bizi kaçınılmaz olarak insanın imanının da bulanıklaşmasına götürüyor. Aynı meseleyi burada da görüyoruz. Zira insanî değerlerin değersizleştirildiği bir ortamda bizim insanlığımız da son derece bulanık bir yapıya bürünüyor. Dayatılan sözleşmeye onay vermek, aslında bir anlamda insanlığımızı, ayaklar altına aldığımızın bir ilanı oluyor. Böylece transhümanizm ilahlarının istediği kıvamda insanlığı bulanıklaşan bir varlık gün yüzüne çıkıyor.

Mesele bu kadar ciddi, bu kadar tehlikeli, bu kadar varoluşsal iken; bir mecradan başka bir mecraya gitmek bu süreci geriye döndürür mü dersiniz? Meydan okuma Zeyd’e, Amr’a yani tikel insana değil tümel anlamda bir insana iken, kişisel bilgilerimizi muhafaza edebileceğimizi varsaysak bile, ölüm kalım savaşında böyle bir hamle yeteri düzeyde bir cevap olabilir mi?

Ya da öteki taraftan ne yaparsak yapalım bu zindandan bir çıkışımız olmadığı gibi bir kabullenişin daha büyük sorunlara yol açtığını, en köklü insanî değerlerimizi bile hiçe sayarak büyük felaketlere teşne olduğunu görmüyor muyuz?

“Öyleyse nereye gidiyorsunuz?”

Ezcümle, transhümanizmin ilahları bizlere “Biz sizin Rabbiniz değil miyiz?” diye sesleniyor. İlahî yaratıma müdahale ederek ve daha kusursuzunu(!) yaratmaya başladıklarını iddia ederek uluhiyetlerini ilan ediyor. Asıl soru: Sözleşmeyi imzalayarak onlara “Tabi ki de öyle!” diyerek boyun mu eğeceğiz, böylece bir sonraki imtihan aşamasına gönüllü ve içten bir sesle evet mi diyeceğiz; yoksa bir Hz. İbrahim edasıyla “LA İLAHE İLLALLAH” diyerek dijital putlarını başlarına mı geçireceğiz?

Belki bu yazıyı bile WhatsApp'tan paylaşacak olmam içinde bulunduğumuz çıkmazı ya da paradoksu gözler önüne sermeye yetiyor. Ama olsun; insan olduğumun bir nişanesi olan acziyetimi dibine kadar hissetmemin yanı sıra, dijital prangalarla dört bir yanımız kuşatılsa da Korona’nın bizi hapsettiği dört duvar demir parmaklıklar arkasından birilerine “Kardeşim! Sen özgürsün!” diye haykırmak güzel. İmanın en alt şubesi olduğunu bilsem de bir kötülüğü kalbimle buğz ederek hala mümin olduğumu ve böyle kalmak için Rabbimden kardeşlerimle benim ayaklarımı doğru yolu üzere sabit kılmasını niyaz ettiğimi bilmek güzel. İnsanî değerlerimin çiğnenmesine karşı durarak hala insan olduğumu hissetmem güzel. Yeryüzü müstekbirlerine “LA İLAHE İLLALLAH” diye haykırarak onların kölesi değil, alemlerin Rabbi olan Allah’a kul olduğumu ilan etmek güzel. Böylece kula kulluktan Allah’ın kulu olmanın verdiği hürriyet hissini derinlemesine hissetmek çok daha güzel.

İnsan olmak güzel, ya da yüce bir nimet. En azından henüz elimizden alınmadan…

Diğer Makaleleri