İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Oğuzhan KABAKCI

Gece

Oğlum Ömer Fahreddin’e…

Sessiz sedasız bir gece… Ramazan’ın o bereketli soluğu insanları sahurda buluşturacak. Tek tük ışıklar görüyorum karanlık sokağımdaki evlerde. Ama karanlık baskın, ağır, zifiri, boğucu karanlık. Evlerde gördüğüm ışıklar aydınlatmıyor içimi, gönlümdeki kederi kendisiyle uzaklaştıracağım ziya bu evlerde yok. Bir parlaklık arıyor gözlerim, bir nur; öyle ki dağıtsın şu karanlıkları, dağıtsın elemimi, dağıtsın ve paramparça etsin üzerimizdeki ölüm sessizliğini! Bu yüzden bekliyorum… Aklıma Namık Kemal düşüyor birden, hani o da böyle bir havada boğazı seyrederken içindeki elemle rüyaya dalmış da çok arzuladığı özgürlüğü bir peri kızı olarak görmüştü. Yüksekçe bir tepeden insanlara seslenen bir peri kızı… Ne mesutmuş! Peki, ya ben? Benim uykularım ye’simi uzaklaştırmıyor, rüya değil gözlerimi kapatınca gördüklerim. Birbirinden beter kabuslara duçar oluyorum geceleri, gerçek ile hayal, uyku ile uyanıklık birbirine giriyor, hangisinin daha korkunç olduğunu seçemiyorum. O yüzden rüyalara dalmak gibi bir umudum da yok benim, sadece bekliyorum… Kâbus dedim gece dedim ya hani, ben gündüzleri de kâbus görüyorum oysa. Hem de tam yüz yıldır! Hangi gece yüz sene sürmüştür Allah aşkına? Nidalar duyuyorum aynı gecenin karanlığına mahkûm yüreklerden… Akif’in sesi geliyor kulaklarıma:

“Ya Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?

Mahşerde mi yoksa bî-çarelerin felâhı?”

Mekke ve Medine’yi kaybettikten sonra ölene dek sehiv secdesi yaptığını anlatırlar senin Akif. Hiçbir namazında kendine gelemediğin, kendinde olamadığın için… Peki, ben ne yapayım? Mekke’nin, Medine’nin, Kudüs’ün, Buhara’nın, Semerkand’ın, Bağdat’ın, Şam’ın işgal altında olduğu zamanlara geldim, söyle, ben ne yapayım? Ve dahi İstanbul’un işgal altında olduğu günleri gördüm… Düşmanla değil belki fakat şirkle, tuğyanla, şehvetle, günahla ifsat edilen, işgal edilen, imha edilen İstanbul’u görüyorum, yaşıyorum! Erkeklerde erkeklik, kadınlarda kadınlık, çocuklarda çocukluk, gençlerde gençlik, ihtiyarlarda ihtiyarlık kalmadığı zamanlara eriştim. 13 yaşındaki kızların körpecik bedenlerini insanlara teşhir ettiği günleri gördüm. Lut kavmi tarihten yok olup gitti sanırken onlar semadan gökkuşağını çaldılar! Onu bile temiz tutamadım… Her yanımda şehvet var, her yanımda zina var, her yanımda günah var! “Öyle bir zaman gelecek ki sizin Ebubekir’iniz zina eden insanları görünce gidin başka yerde yapın diyecek!” Artık, Allah’tan korkun bu günahtır, diyemediğimiz günlere geldim, kaldı ki o Ebubekir ben değilim… İnandığı için kınanan insanlar gördüm, alaya alınan, aşağılanan. Bu karanlıkları dağıtacak ışığı bekliyorum, ama bilmiyorum, beklemem gereken o ışık mı, yoksa kıyamet mi? Karanlığa mahkûm başka bir yürekten, Alvarlı Efe’den bir nida duyuyorum:

“Ümmet-i Muhammed olan efrada,

Ey keremler kanı merhamet buyur!

Hızır’la İlyas’ı gönder imdada,

Ey keremler kanı merhamet buyur!

İmdad bekliyoruz ya Rab, senden imdad bekliyoruz! Gücümüz bitti, takatimiz tükendi, mecalimiz kalmadı! Ne yapmak gerek senden imdad istemekten gayri? Beklemek… Ama kimi, neyi beklemek? Mazdek düşüyor aklıma, Kubat düşüyor, yapılan zulümler, işkenceler, yakılan canlar, kirletilen kadınlar; yine aynısı oluyor yaşananların, yine aynı karanlık var cihanda. Bir nur doğacak da bu karanlık ona mı gebe yoksa? Ya değilse… Bu ızdırabı çekecek sine bulunur mu? Bu yükü kaldıracak omuz, bu sıkıntıya sabredecek iman bulunur mu? Hangi yürek kaldırır bu yangını, hangi bağır harap olmaz? Peki, ben ne yapacağım? Beklemek… İyi de kimi? Bir yiğidi beklemek. Bir yiğit ki, söküp atsın köhne karanlıkları, bir yiğit ki dağıtsın zalimâne tezgâhları!

Ezanla irkiliyor, kendime geliyorum. Hayrolsun, dökülüyor dilimden, aciz. Bakışlarım karanlıklarda iken sana kayıyor birden; o masum yüzüne, o nur dolu tebessümüne. Oğlum, Ömer Fahreddin… Ne dualar ne niyetlerle okumuştuk adını kulağına ne hayallerle sallamıştım beşiğini! Bir Ömer Fahreddin’in verdiğini, bu Ömer Fahreddin alacak inşallah, deyişim sonra. Selahaddin’i anmıştım senin erkek olduğunu öğrenince, bir adam çok şeyi değiştirir, umarım oğlum, sen onlardan olursun demiştim, umudum ızdırabıma galip gelerek. Ve şimdi sen oğlum, gözümün önünde bir civan gibi serpilirken ben bu sefil karanlıklarda neyi bekliyorum? Ne safmışım! Sensin oğlum; destanını dilimden düşürmediğim Fuat sensin, Metin sensin, Tekiner sen… Öz canıyla canlar sulayan Bilal sensin, Mücahid sensin, Bahattin sen… Zalimin hasmı Şamil sensin, Cahar sensin, Halid sen… Hayır, beyhude olmayacak bekleyişim, âtıl olmayacak! Sana, davana, mücadelene yarar işler yapacağım, öyle ki sen hedefine bir adım daha yaklaşmış olacaksın! Belki ben görmeyeceğim bahtiyar günleri, mutlu zamanları, muştulanan saati, ama senin o yolda daim destekçin olacağım. Sabret ve azmet oğlum! Gücün yettiğince değil, ömrün yettiğince mücadele et.

Bekleyişim bir adı var oğlum. Ye’sime galebe çalacak zaman, elbet aydınlanacak gece; doğan her çocuk, kulaklara okunan her ezan bir umut benim için, bekleyişimin bir adı var artık!

Diğer Makaleleri