İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
Senem DİNÇ

Beklemek

Beklemek!!!

Kulağımda çınlayan öfke.

Beklemek!!!

Deli saçması bir takım kafama sıkar giderim hareketleri.

Beklemek!!!

İnsanın kendini aldatması.

Beklemek!!!

Sürekli kapanan perde.

Beklemek!!!

Bitmeyen bir yokuşu bitmiş bir matara ile çıkmak.

Beklemek!!!

Olmayacak duaya âmin denilmez sözüne inat, atalara artistik bir rest çekme girişimi.

Tek bir olumlama sinyali yok. Elimdeki fenerin pili bitti bitecek. Ancak ne tünel bitiyor ne fenerin yanıp sönen göz bozan yanması. Sinyal diye gören yok. Tünel çıkmaz değil ama ışığı gören de yok. “Yürüyorum işte, bitsene artık” diye büyüyen bir cümle var sadece içimde. “Bütün azığımı aldım yanıma, fener de elimde, hazırlıklar tamam. Yürümek için gerekli her bir adımı atıyorsam ben, sen de biteceksin ey tünel” diye büyüyen bir kaç cümle daha. Hakikatte ise karanlık yok, fenere ihtiyaç hiç yok. Gözümü karartmışım sadece, “tünelin sonunu göreceğim” diye diye gözümü karartmışım. Oysa etraf hep güzellik, şirinlik. Oysa tünel dediğim bir cennet geçit. Sırf yürüyorum ve yürüdüğüm için yük taşıyorum diye, yolun bitmesini bekliyorum. Böyle de bir hadsizlik var kendi kara deliğimde. Sadece yürümeye bıraksam kendimi, ışığı beklemek adına ‘olmayan ufuk çizgisine, bakmasam, tünelin bitmesini beklemek yerine sağıma soluma baksam, yürümenin tek başına çok muazzam bir güzellik olduğunu tadıversem...

Şu karanlık, bitmek bilmeyen, tükenmeyen ancak ömrü tüketen, yanımda taşıdığım bir bez çıkınını bana taş yığını eden yolculuk menekşe kokmaz mı? Sırtımda bir pelerin tiril tiril uçmaz mı? Ne çıkını ne feneri uzayda kapladığım yer küçülüp, içinde bulunduğum uzay genişlemez, yer çekimine kendi bedenim reddiye çekmez mi?

Tünelin başından başlama fırsatı sunulsa bir kez daha;

Bu bir tünel ve her tünel gibi bunun da bir sonu olacak elbette. Sonunu aramak mı bana düşen tüneli yürümek mi? Yürümek ya, yürümek ve keşfetmek. Ben yürüdükçe akacak zaten tünel. Öyleyse bana telaş değil ki düşen. Heybemde bitirmek var evet, görevim bitirmek. Durmamalıyım ve ne denli akışta olsa da veya ne denli zorlasa da yürümeye devam etmeliyim. Bu tüneli var edenin başını ve sonunu en başında konumlandırdığına inanmalıyım. Tüneli yapana güvenerek sonunun gelmesine sabır göstermeliyim de yürümekten vazgeçmemeliyim. Yürümek mi? Yürümek bir keşiftir ya, keşfedeyim yürüyüşüme dizilen her bir nimeti. Boşu boşuna dizilmemiş olsa gerek ne şu diken ne bu çimen. Demek ki bitirmenin yanında heybeme düşen bir de sabretmek. Tasalanmadan, güvende ve teslimiyette bir yürüyüş. Yürüyüşüme yoldaş olan cennet geçit, yürüyüşüme bereket katan taş-çakıl-aralıklı karanlıklar. Olsun. Belli. Bilinen. Belirli. Emniyetli...

İşte beklemek ve beklememek arasındaki fark. İşte beklemek ve tahammül etmek kavramlarının zihin haritamdaki kodlanış biçimi.

Ve işte beklentisizlik ve sabrın eşdeğer spontane, kuvvet veren, kolaylaştıran, sekine yağmuruna tutturan, yormayan ve güzellikleri kaçırmayan, gördüren, sevdiren, hafifleten kavramsallaştırması.

Bu benim zihnimin oyunu mu? Kim bilir? Elbette Allah bilir. Allah bilir ki ben beklentisizliği bekleyerek dahi ömrümü tüketmedim mi? Ve elbette Allah bilir ki ben sabrı beklemekten ayrı tutuyorum. Sabır bir ayaklanma, bir hareket hali iken sonuca odaklanmamayı getiriyor da insanı hiç tüketmiyor. Taşkın bir sel haline hiç getirmiyor. Sabır insanı pişiriyor da insan kimseyi ve asla kendini kavurmuyor. Beklemek öyle mi? Bekledikçe doluyor insan, bekledikçe ye’si çağırıyor. Bekledikçe kavuruyor hem kendini hem zeminini. Bekledikçe işler çığrından çıkıyor. Duyguların yedi harikası seçilse birincisi sabır derim. Allah biliyor ben sabrı çok severim.

Beklediğim okul gelmedi mesela... “Ama bunca çalıştım, okudum, araştırdım, didindim” dedim ve gelmedi.

Beklediğim otobüsleri de hakikaten hep kaçırmışımdır.

Beklediğim kargodaki ürünüm hep falsolu çıkmıştır.

Beklediğim tatile hiç kavuşamamışımdır.

Beklediğim ne varsa elimde patlamıştır anlayacağınız.

Oysa beklentiden uzak, azmettiğim, çabama inandığım ancak ‘sonuç, diye tutturmadığım ve sabrettiğim ne varsa ellerimin içinden filizlenmiştir. Başımda başaklar açmıştır. Gözlerimden gökkuşağı fışkırmıştır. Ne zaman sakince otobüs durağına gitsem ve nasıl olsa gelecek desem, ısrarla beklemesem huzurla binmişimdir, kaçmayan o otobüse. Ne zaman ihtiyaç planlaması yapmadan, ihtiyaç dışı olmayan bir zerre ile karşılaşsam ve alsam onu her dokunuşum bana “kendim” hissettirmiştir. Ne zaman yaşadığım ana odaklansam ve kaçırmasam, Maldivlerde ada alan jet fadılı ofsayta çıkartmışımdır.

Aslında sabretmekten konuşalım istiyorum. Lafı çok dolandırıyorum. Dolanıp dolanıp sabra gelelim istiyorum. Her kelimemiz sabrı çağırsın, her cümlemiz sabrı eksin, her yolumuz sabra çıksın istiyorum. Ama illa olsun mu, demiyorum.

Allah biliyor demiştim ya hani, vallahi biliyor çok güzel cümleler kurmak istiyorum. Sabrın insanı nasıl ehlileştirdiğini, sanıldığı gibi sabrın uysallıkla uzaktan-yedi kuşaktan bir tanışıklığının olmadığını, aslında isyanı da içinde barındırdığını, sabrın sanıldığı gibi durmak değil başlı başına bir hareketlilik olduğunu, sabrın sonu selamettir atasözünün sadece türkülerde geçen, günlük konuşmada geçiş görevi gören bir cümle olmaktan öte olduğunu muhteşem tamlamalarla ve betimlemelerle anlatmak istiyorum.

Beklemek/beklenti, nasıl bataklığın üzerinden geçerken telaşa kapılıp içine düşen ve çırpındıkça batan bir insan tasavvuru çiziyorsa görsel dünyama sabır o denli vakur, o denli dik, o denli emin, o denli güvenilir bir insan ve mekân çiziyor. Beklemek nasıl bir güvensizlik ve telaş duygusu veriyorsa bana, sabır ardında-önünde, sağında-solunda Allah’ın olduğundan emin, nasıl olsa Allah var diyen bir güvenlik ve sakinlik veriyor bana. Beklemek nasıl dalgalarla boğuşup da dalganın ne olduğunu bilmeyen bir cehalet sergiliyorsa, sabretmek de o denli tanıyan ve bilen ya da tanımaya ve bilmeye çalışan bir tavır olarak duruyor karşımda.

Vallahi diyorum, Allah biliyor.

Allah biliyor ki ben sabretmeyi annemden ve annemin ektiği ayçiçeğinden öğrendim. Ne zaman güneşe doğru dans eden o çiçeklerin ortasında tohumlar belirse elimizi attığımızda durun diyen süper kahraman annem ve dinlemediğimizde yaşadığımız hüsranlar ve o hüsranların sonunda beklemek ve beklemenin verdiği tahammülsüzlük ve tahammülsüzlük ayrımında sabretmeyi öğrenme. Sabrettiğimde güneşe karşı dans eden o çiçeğin tohumlarının ağzımda da lezzetinin dansına şahit olmam.

Vallahi anladım ki sabretmeyi öğrenmenin yolu beklemenin acısını yaşamaktan geçiyormuş.

Beklemenin acısını babamdan öğrendim. Onu çok bekledim ve her gelişi gitmesini arzulamaktı benim için. Sonra sabretmeyi bir kez daha annemden öğrendim. Evde ekmek yoksa tavuğu keser yeriz diyen annemden.

Vallahi anladım ki sabır, ekmeğe kanaat etmişken önüne tavuk getiren bir zenginliktir.

O sebeple diyorum ki ey bekleyiş sen ne sert bir rüzgarsın da estiğin yer dahi belli değil.

Sen ey sabır, sen nasıl bir miğfersin ki tufanları dahi esintiye çevirmektesin.

İnsanı dövüp dövüp berduş eden bir bekleyişten insanı pişirip ahsen kılan sabra selam olsun. Bu sabır bu satırı okuyan her gönle tohum olsun. Varsın bu defa kimseye zıkkım olmasın da “Allah sabredenlerledir”* ayeti tüm insanlığa ziynet olsun.

*Bakara, 153/ Enfal, 46

Diğer Makaleleri