İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT

GASSAL İLE MEYYİT 3

HANGİ ÂLEM BU

 

 

Halet-i ruhaniyemdir kelam ettiğim lisan.

Ya O’nadır Ya O’nunla olana…

Ya Cânadır ya da can acısını taşıyana.

Katre-i nebzedir, kalemin kâğıda döktüğü hicran.

Kâfi midir?

Benden öte, beni bulmaya lisan.

Eyy cann !

Gelmeden İlahi ferman, şimdilik senindir mücerredi imkân.

Çün ölümü öldürür, ölmeden hayat bulan.

 

 ‘’Size ölüm gelmeden ölünüz’’ buyuruyor rahmet peygamberi (sav). Ölüm gelmeden evvel ölmek, uyanmak, hakiki hayatı bulmak değil miydi? İşte burası gasilhane; insanın ne kadar derin uykuda olduğunun çıplak gözle görüldüğü yer. İnsanın bir nebze de olsa, geçici de olsa, evcilik dünyasından sıyrıldığı, gaflet uykusundan uyandığı yer. Ne kadar hızla dönerse dönsün, dünyanın sonunda çaresiz kaldığı yer.

 

 Bir gün uyanırsınız, ya bir keşkesiniz, ya da bir neyse. Ya her şeysiniz, ya da hiç kimse. Dünya yolculuğunun ne zaman nerede biteceği belli değil. Bilmiyoruz Azrail (a.s) bizi nerede bekliyor. Bizim onu her an her yerde beklemekten başka çaremiz yok. Nedir bu korku? Biz kalmaya değil gitmeye gelmemiş miydik?

 

Öyle ise gidişimiz Şeb-i Âruz olsun.

Ölüm Rabb’e olan aşkımızın adı olsun.

Bir gözyaşı aksın nedamet ateşinden, kalbe aldırdığımız abdestin adı olsun…

Eyy canımın sahibi yâr! Lütfeyle…

Bakma abd-i aczimize ki bir leyle-i gamın ateşi suzan olur.

Lütfeyle… Cemalinin firakından azleyle, yoksa ebedi vuslatımız şeb-i hicran olur.

 

 Hadi gel ruhum; iklim-i gurbetten, sılaya nazar edelim. Hayat içinde ne kazanırsan kazan, bir gün diyecekler ki;  HAYATINI KAYBETTİ!

 

Ahh Gasilhane… Bir günün ömre bedel.

Bir gamhane ki; kimi görsen tarumar olmuş. Yangın düşmüş canlara, umutları bican olmuş. Yaşanmış nice hayat, yaşanmamışa dönmüş. Akıllar avare, gönül virane olmuş. Bir an var ki burda, bir hicran dilimi ki zamandan, tarifi imkânsız bir acı yaşanıyor. Bu acının cismi yok. Bir yangın ki yüreklerde, resmi yok, zemheride terlemek gibi. Can evinden vurulmuş, her oyun bozulmuş, çarklar tersine dönmüş, öfkeler, küsmeler, sevgiler, merhamet ve muhabbetler çaresizlik ağına düşmüş. Yüz ifadeleri, gözlerin fersizliği, bitap düşmüş lisanlar, mecalsiz yürüyüşler ve basiretler bağlı. Ne görüyorlar, ne işitiyorlar. Hiçbir şeyi idrak edemiyorlar. Ne içindeler zamanın, ne de büsbütün dışında. Gönüllerde şimdi gam var, akıl bertaraf olmuş. Ayrılığın vurduğu ansız acının yanında, gözlerin gördüğü ölüm manzaraları ise, ölüm korkusunu balyoz misali beyinlere vuruyor.

“Çünkü ölüm bir eve girince, içindekileri de bir nebze öldürüyor.”  

   Ok gibi saplanan çaresiz bakışlar seni de çaresiz kılar, söyleyecek söz bulamazsın. Dilden dökülen tek cümle “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.” Bazen mahremiyet mefhumu bile terki diyar eder zihinlerden. İnsan insana en büyük tesellidir o an, yaslanabileceği bir omuz, bir dokunuş, gönül ikliminden samimi bir söz,  pınarlar çağlatmaya yeterli olur.

 

‘’Beni falan yıkasın’’, ‘’Beni köyüme gömün’’, ‘’Filan cenazeme gelmesin’’ diyenler geri gelse, vasiyet etmek için yine bunları mı dert ederdi acaba? 

 

En çok da “Beni morga koymayın” düşündürür beni. Nasıldır acaba şu morgda gecelemek... Kabrin provası mıdır?

Ne hazindir ki; “ ben cenazemi morga koymak istemiyorum, öyle vasiyet etti rahmetli” diyenlerin, ‘’toprağa koymak istemiyorum’’ deme şansı yok. Lakin neresi olursa olsun, gelen şerefli ise olduğu her yeri şereflendirir. Ben nice şehitler gördüm; morgun içinde yanakları al al, alnı terlemiş halde tebessüm eden.

 

Ve insan dünya sarhoşluğundan, biraz uyanır gibi oluyor. Hakikat perdeleri aralanmış durumda, sadece her şeyine hasret kalacağının bilincinde olarak, son kez ne yapabilirim, elimden ne gelir çırpınışları. Son suyunu dökmek ve son kez görmek arzusu…İnsanın ölüsüne ve dirisine hizmetin elbette ecri vardır. Bilmem lakin insan, o son suyu, kendi ayrılık ateşine mi döküyor, yoksa yolcusuna mı?

 

En çok işittiğim sözler:

-Son kez yüzünü göreyim,

-en güzel kokuları süreyim,

-hilye-i şerif koyayım,

-zemzem ve gülsuyu dökeyim,

-tütsü yakayım,

-sürme çekeyim,

-kâfurun ve kına koyayım,

-ayağının altını öpeyim,

Hiç öpmüş müydük, birimiz diğerimizin ayağını. Bak şimdi ölüm, nefislere bile darbe vurmuş. Gurur, kibir yerlerde. İmkân elde iken, yapılacak çok şey var iken, tatlı bir sözü, güzel bir bakışı bile esirgedik birbirimizden. Böyle ayrılacağımızı bile bile. Bak şimdi, çok şey yapılmak istense de yapılamıyor.

 

Kalanlar ne yapabilirim derdinde iken, gidenin derdi neydi acaba?.. Görmüş müydü son nefeste hayran olunacak bir makam?.. Ruhu o güzel makama yükselirken, gözler ardından baka mı kalmıştı, hayran hayran?... Bundan mıdır gözler kapanmıyordu?.. Bundan mıdır acele gitme nişaneleri?.. Artık bu dünyada bir an durmak azap mıydı ona?.. Yoksa, ''beni oraya götürüp atmayın'' diye feryat mı ediyordu, tabutun gariplik kıskacında!!

 

Boş geçirdiği her anın, mahkûmu muydu? Hepimiz değil miydik, günahlarımızın mahkûmu. His ve duygularımız, akıldan çok nefse esir olmamış mıydı? Hiç kimse öldüğüne hayıflanmaz, sadece azığının azlığına hayıflanır ve yarına bıraktıklarımıza…

 

“Eyy başkalarına ağlayan göz, gel bir müddet otur da kendine ağla.” (Mevlana)

 

Tekrarı yok, bir mevsimlik panayır bu, bir varsın bir yoksun. Hiç gelmemiş gibi!

Ölmek için hep gençtik, yaşamak için fazla telaşlı. Akıllı bir insan için ise ölüm asla ansızın gelmez. Çünkü o hep hazırlıklıdır. Ve öyle ölüler var ki, ben onların öldüğünü düşündükçe, yaşadığımdan utanırım.

 

Ertelemeyin ertelenmeyecekleri yarınlara. Yarın olur, bakarsın sen olmazsın. Değil miydi bizim ayrılıklarımız koşar adım, sevmelerimiz topal.

 

 Bir seferdir devri Âdem’den beri, takılmış pençe-i mevte, her gün bir kervan gider. Hülasa ki giden, hayatımızda ne kadar yer kaplıyorsa, vedası da o kadar zor oluyor. Yıllar var ki, hiç kimsenin ardından; ‘’çok güzel yaşadı, çok sefa sürdü’’ denildiğini duymadım. Genelde dilden iki kelime dökülür; ‘’İşte bu kadar’’ yahut da, ‘’Çok çekti.’’

 

Dünya imtihan yeri değil miydi? Dünyada sefa olduğunu kim söylemişti bize? Heyhat! Dünya sefa değil sefer yeriydi. Bilmez misin ey insan, dünyada cennet yoktu. Dünya müminin zindanı değil miydi? Bu kadar dünya sevdası, bu kadar dünya telaşı, bir göçebe ruha çok değil miydi?

 

“Ma halakte lihaza” (Sen bunun için yaratılmadın.)

 

Ölüm senin peşindeyken, sen neyin peşindesin ey insan? Dünya sahnedesinde son perdede, en ufak bir karın endişesi saracak hepimizi. Uyanık ol Muhibban. Dünyanın cilvesi kâh o yana kâh bu yana savururken benliğimizi, önden gidenlerin nasihati çepeçevre kuşatır bizi: ‘’Öğreneceksin yüreğim öğreneceksin, dünyanın hasret, ölümün vuslat olduğunu öğreneceksin.’’ (Mevlana)

Diğer Makaleleri