İhtisas Kurumları
HAREKET SPOR KLÜBÜ

HAREKET SPOR KLÜBÜ

GENÇ HAREKET SPOR KLÜBÜ

WEB SİTESİNE GİT
Mutlu Aile

Mutlu Aile

Mutlu Aile Mutlu Çocuk Eğt. Kül. ve Day. Der.

WEB SİTESİNE GİT
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

Enderun Özgün Eğitimciler Derneği

WEB SİTESİNE GİT
GİV

GİV

Girişimci İş Adamları Vakfı

WEB SİTESİNE GİT
İnsan Vakfı

İnsan Vakfı

İnsan Eğitimi Kültür ve Yardımlaşma Vakfı

WEB SİTESİNE GİT

VEFA BİR SEMT ADI DEĞİLDİR.

VEFA BİR SEMT ADI DEĞİLDİR.

 

Beden dilinde mesafeler vardır. Sosyal mesafe, özel mesafe, işte biz en çok kazık yediklerimizi özel mesafemize aldıklarımızdan yeriz. Ebediyete intikal etmiş tasavvuf aşığı bir büyüğümün sözü vardı “en çok kazık yediklerim, iyilik ettiklerim” derdi. Bir insanı 40 yıl sağ omuzunuzda taşıyın, 41. yılda “yoruldum az indirip sol omuzuma alayım” dediğinizde işin sırrına vâkıf olursunuz. İşte tam bu esnada insanlığın öldüğünü fark eder, kişisel çıkar ve menfaatler doğrultusunda arkadaşlıklarda biter.

Küreselleşme ve modernizemle beraber birbirlerine hatta kendine bile yabancılaşmaya yüz tutmuş durumdayız. Teknolojinin gelişmesi bilhassa da akıllı telefonların da icadıyla adete yalnız yaşamaya başladık. Sanal sitelerde yazışmayı, akşam çayı içmeye tercih etmeye başladığımız günden beri dertleşme gibi kişinin en önemli deşarj olma yöntemini, sosyal ağlarda atılan birkaç tweetle doldurur olduk. Artık hepimizin alıştığı, umursamadığı bu durumlar aslen bireyin fıtratına dolayısıyla dinine de zarar vermektedir. “Sıla-i Rahim” gibi İslam’ın yapıtaşı, olmazsa olmazı akraba, dost ziyaretlerini aksatır, araları açar hale geldik. Yine “Hakkıyla yapılan bir saatlik tefekkür, bir yıllık nafile namazdan hayırlıdır.” Hadisine rağmen tefekkür edeceğimiz kardeşimizden, dostumuzdan git gide uzaklaştık. Buda bizi imanen derinden yaralayan bir duruma götürdü. Kardeşimizle aramıza mesafeler koydu ve attığımız birkaç mesajla sanki görevimiz tamamlanmış gibi oldu. Öyle ki Müslümanların en mutlu günlerin de bayram ve kandiller de bile atılan toplu mesajlarla kendi görevimizi yerine getirmiş saydık, fakat kötüye giden bu durumu toparlamak yine bizim elimizde ve çözümü oldukça basit. Telefonumuza, bilgisayarımıza verdiğimiz değerin %10 kadarını ailemize, çocuklarımıza, eşimize, kardeşimize, ayırsak. Emin olun bu kadarı bile sorunları çözer. İnsanın iki özelliği vardır. Birincisi nisyan(unutmak) ikincisi ise ünsiyet (dostluk, ahbaplık, tanışıklık) ahde vefadır. Hz. peygamberin sohbet arkadaşlarına sahabi denir. Bu haz ve hız çağında Unuttuğumuz tüm konuları hatırlamak ve yaratılış ayarlarımıza dönmek için sohbete ihtiyacımız var.  Eğer sohbet edersek “sahabi” olacağız.

Vefa, sevilen veya sevilmesi gereken kimselere verilen değerin bir nişanesidir, dostluk borcudur. Vefa, sözünün eri olmaktır, hatırlamaktır, iyiliği unutmamaktır, kendi sorumluluğunu hissetmektir. Vefa, Müslüman’ın en belirgin özelliklerindendir. Allah insanı, iman ve amel noktasından sözünü tutacak fıtratta yaratmıştır. Vefasızlık bu anlamda fıtrata da ters düşmektir. Fıtrata ters düşmekse kişinin kendisine ters düşmesidir.

Bir ağacın altında gölgelenseniz o ağaçtan helallik dilemek vefadır.

Bir yerde yemek yeseniz o kişiyi hayırla yâd etmek vefadır.

Size en ufak bir iyiliği dahi dokunan kişileri ömür boyu hatırlamak vefadır.

Tamda bu noktada en büyük rol modelimiz Hz. peygamberin hayatındaki vefa örneklerini hatırlamamız ve hatırlatmamızda fayda görüyorum. Hz. Peygamber kendisine ilk defa sütanneliği yapıp ara sıra kendisini emziren Ebû Leheb'in cariyesi Süveybe'ye karşı gönlünün derinliklerinde sevgi beslemiş, ona karşı hep minnet duygusu taşımıştır. Süveybe sık sık Efendimizi ziyarete gelir, Allah Resûlü de ona hep izzet ve ikramda bulunurdu. Peygamberimiz Hz. Hatice ile evlendikten sonra Hz. Hatice de Süveybe'ye hürmet ve ikramda bulunmuştur. Efendimizin Medine'ye hicretinden sonra Ebû Leheb tarafından azat edilen Süveybe'ye Hz. Peygamber, Hayber'in fethinden sonra ölünceye kadar bakmış, onun bütün ihtiyaçlarını karşılamıştır. Süveybe'nin vefat haberi kendisine ulaşınca da ikram etmek için yakınlarını soruşturup, araştırmıştır.

En küçük iyiliklere karşı bile vefa gerektiğine vurgu yapan Allah Resûlü, iyi ve kötü günde beraber olan, hüznü ve sevinçleri birlikte yaşayan eşlerin ve aile fertlerinin birbirlerine karşı vefakârlığına özel bir vurgu yapmış ve kendisi bunun en güzel örneklerini sergilemiştir.

İlk eşi ve altı çocuğunun annesi olan Hz. Hatice annemizi hayatı boyunca hiç gönlünden çıkarmayan Sevgili Peygamberimiz, onun vefatından sonra da onu hatırlatan herkese karşı, gönlünde Hatice'ye beslediği vefa duygusuyla hareket etmiştir.

Bir gün Sevgili Peygamberimiz Hz. Âişe ile beraberken huzur-ı saadetlerine ihtiyar bir hanım geldi. Allah Resûlü ona adını sordu. O, “Cessâme el-Müzenî” diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz “çirkin” anlamına gelen bu adı, “güzel” anlamındaki yeni bir isimle değiştirerek, “Hayır, senin adın 'Cessâme' değil, Hassâne el-Müzenî'dir.” buyurdu.

Sonra da ihtiyar kadına hâlini hatırını sordu, pek çok iltifatlarda bulundu. (Ona karşı olan ilgi ve alâkasından Hz. Peygamber'in onu önceden tanıdığı belliydi.) Yaşlı hanım gittikten sonra Allah Resûlü'nün yaşlı kadına karşı olan ihtiram, ilgi ve alâkası dikkatinden kaçmayan Hz. Âişe merak ederek, “Bu yaşlı hanım kimdi ya Resûlallah?” diye sordu. O da, 

إنها كانت تأتينا زمن خديجة و إن حسن العهد من الإيمان

“Hatice'nin arkadaşı olup onun sağlığında bize gelip giderdi. Kuşkusuz ahde güzel bir şekilde vefa göstermek imandandır.”[1] buyurdu.

Sevgili Peygamberimiz eşinin hatırasını canlandıran her şeye karşı vefa duygusuyla yaklaşmıştır. Nitekim Mekkeliler Bedir'de Müslümanların eline geçen esirlerine fidye olmak üzere birtakım mallar göndermeye başlayınca, Hz. Peygamber'in kızı Zeyneb de kocası Ebu'l-Âs'ın fidyesi olmak üzere bir miktar mal gönderdi. Bu mallar içerisinde Hatice validemizin kızı Zeyneb'i evlendirirken ona düğün hediyesi olarak taktığı kendine ait bir gerdanlık da vardı. Resûlullah (sav) hem biricik eşinin hem de kızının hatıralarını üzerinde taşıyan bu gerdanlığı görünce çok üzüldü ve Müslümanlara, 

إِنْ رَأَيْتُمْ أَنْ تُطْلِقُوا لَهَا أَسِيرَهَا وَتَرُدُّوا عَلَيْهَا الَّذِى لَهَا 

“Uygun görürseniz Zeyneb'in esirini serbest bırakın ve Zeyneb'e ait olan şu gerdanlığı da kendisine iade edin.” dedi. Onlar da Allah Resul’ünün bu teklifini kabul ettiler.[2]

Hz. Hatice gibi bir eşe Kutlu Elçi nasıl vefasızlık yapabilirdi ki. Mekke'deki en zor yıllarını onunla yaşamış, bütün zorluklara onunla göğüs germişti. Hz. Peygamber o limanda sükûn bulmuş ve onun desteğiyle dimdik ayakta durmuştu. O, asaleti, fedakârlığı ve vefakârlığıyla hep Efendimizin yanında yer almıştı. Ona dört kız, iki oğlan, altı çocuk vermişti. Elbette vefa peygamberi bu kutlu hanımefendiyi unutamazdı. Unutamadı da. Vefatından sonra dahi ona bağlılığı, ona duyduğu vefa borcu, çok daha genç ve güzel olan hanımı Âişe validemizi bile kıskandırmıştır.

Anne, baba, eş ve onların dostlarına karşı son derece vefakâr davranan Allah Resûlü sütannesine ve onun ailesine karşı da vefakârlığın en güzel örneklerini vermiştir. Sütkardeşi Şeyma'ya karşı sergilediği şu tavır hiçbir Müslüman'ın bigâne kalamayacağı cinstendir.

Çünkü sevdiklerinin yakınlarına vefakârlık bir erdemdir: Huneyn Savaşı'nda Hevâzinliler bozguna uğrayıp kaçmaya başladığında Allah Resûlü onları takip eden Müslümanlara, daha önce Müslümanlara karşı kötülüğü dokunan savaş suçlularının kaçıp kurtulmalarına fırsat vermemelerini emretmişti. Müslümanlar bu suçluları yakınları ile esir edip Resûlullah'ın huzuruna getirirken duydukları öfkenin sonucunda sert davranmışlardı. Ancak söz konusu grubun içerisinde Hz. Peygamber'in sütkardeşi Şeyma da bulunmaktaydı. Kendilerine yapılan davranıştan rahatsız olan Şeyma, “Bilin ki, ben Efendinizin sütkardeşiyim!” diyerek onları yumuşatmaya çalıştı. Huzura getirilen Şeyma, “Yâ Muhammed! Ben, senin sütkardeşinim!” deyince Efendimiz, “Bunu neyle ispatlarsın?” diye sordu. Şeyma, “Omuzumda bulunan diş iziyle ki, onu sen ısırmıştın!” dedi. İzi gören Kâinatın Efendisi, sütkardeşi Şeyma'yı tanıdı. Şeyma kendisinden yaş olarak büyük olduğu için çocukluğunda onunla ilgilenmiş, onu kucağına almıştı. Kendisiyle Sa'doğulları yurdunda koşuştukları, oynadıkları, gezdikleri Şeyma idi bu! Sözü edilen diş izi de o dönemden kalma bir hatıra idi.

İnsan kadrini çok iyi bilen kâinatın serveri, sütkardeşi olan bu çocukluk arkadaşını ridâsını sererek üzerine oturttu. Bir anda o çocukluk günleri hafızasında canlandı. Gözleri dolu dolu oldu. Sonra da sütanne ve babasını sordu. Şeyma, onların ikisinin de çoktan ölüp gittiklerini söyledi. Daha sonra Şeyma'ya, 

إن أحببت فعندي محبة مكرمة وإن أحببت أن أمتعك وترجعي إلى قومك فعلت

“İstersen sevgi ve saygı görerek yanımda otur, istersen faydalanacağın bazı mallar verip seni kavmin ve kabilenin yanına göndereyim.” dedi. Şeyma'nın cevabı şu oldu, “Sen bana mal verip beni kavmimin yanına gönder!” O sırada Müslüman olan Şeyma'ya Peygamberimiz, bir erkek bir de kadın köle verdi, sonra da Ci'râne mevkiine gidip beklemesini söyledi.12 Tâif dönüşünde sütkardeşi Şeyma, Hz. Peygamber'in yanına geldi. Onu görünce Hz. Peygamber çok sevindi ve onu hoş karşıladı. Oturması için ridâsını serip yer gösterdi. Hz. Peygamber'in gözleri doldu ve ağlamaya başladı. Ashâbından biri, “Ağlıyor musun yâ Resûlallah?” dediğinde, 

نعم ! لرحمتها وما دخل عليها ، لو كان لاحدكم أحد ذهبا فأعطاه في حق رضاعه ، ما أدى حقها 

“Evet ona düşkünlüğümden ve başına gelenlerden dolayı ağlıyorum. Sizden birinin Uhud kadar altını olsa ve süt emzirmesi karşılığında sütünü emdiği kişiye onu verse, yine de onun hakkını ödemiş olmaz.”[3]

Allah Resûlü sütanne olarak Hz. Halîme'ye verildiğinde şüphesiz sütün bedeli de verilmişti. Ancak Hz. Peygamber'in vefa duygusu, yıllar sonra anneyle değil kızıyla karşılaştığında onu ağlatacak kadar coşacak, dolayısıyla ona izzet ve ikramda bulunacaktır.

Hz. Peygamber'in eş, anne, baba, kardeş yanında arkadaş ve dostlarına karşı gösterdiği vefakârlık örnekleri de dillere destan olmuştur. Bir gün Hz. Ebû Bekir, diz kapağı görülecek şekilde elbisesinin eteğini toplayarak telaşla Allah Resûlü'ne geldi. Onu bu hâlde gören Hz. Peygamber bir sıkıntısı olduğunu anladı. Hz. Ebû Bekir selâm verdi ve “Yâ Resûlallah! Hattâb oğlu Ömer'le tartıştık. Ben biraz ileri gittim. Ancak sonra pişman oldum, Ömer'den özür diledim fakat kabul etmedi. Ben de sana geldim.” dedi.

Bunun üzerine Resûlullah üç kere, “Allah seni bağışlasın Ebû Bekir!” dedi. Hz. Ebû Bekir'in özrünü kabul etmeyen Hz. Ömer de pişman oldu ve onun evine gitti. Evde olmadığını öğrenince de Peygamber Efendimizin huzuruna geldi ve selâm verdi. Hz. Ebû Bekir de o esnada mescitte idi. Ancak Hz. Peygamber'in ona karşı tavrı değişikti. Bunu fark eden Hz. Ebû Bekir endişelendi, dizleri üzerine çöktü ve “Yâ Resûlallah! Vallahi, ben ileri gittim.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber orada bulunan herkese hitaben, 

إِنَّ اللَّهَ بَعَثَنِى إِلَيْكُمْ فَقُلْتُمْ كَذَبْتَ . وَقَالَ أَبُو بَكْرٍ صَدَقَ . وَوَاسَانِى بِنَفْسِهِ وَمَالِهِ ، فَهَلْ أَنْتُمْ تَارِكُو لِى صَاحِبِى 

“Şüphesiz ki Allah, beni size peygamber göndermişti. Bunu size tebliğ ettiğimde hepiniz bana, “Yalan söyledin.' demiştiniz. Ebû Bekir ise, 'Doğru söyledin.' demiş ve bana canı ve malı ile yâr ve yardımcı olmuştu.” buyurdu. Sonra Resûlullah iki kere, “Şimdi sizler dostumu bana bırakırsınız değil mi?” buyurdu.

Bunu işiten ashâb, Hz. Peygamber'in hatırı için Hz. Ebû Bekir'e özel bir saygı göstermeye başladı ve bir daha onu hiç kimse incitmedi.[4]

Sevgili Peygamberimiz, dosta yapılan iyiliğe bizzat ve en güzel şekilde karşılık vermeyi de vefanın gereği olarak addederdi. Allah Resûlü'nün bu algısı şu hadisede çok açık bir şekilde tezahür etmektedir.

Hz. Peygamber ve ona inananlar, müşrikler tarafından Mekke'de ablukaya alınmış, zor ve sıkıntılı anlar yaşıyorlardı. Sıkıntı içerisindeki Müslümanlara Hz. Peygamber, Habeş kralı olan Necâşî'nin ülkesine gitmelerini tavsiye eder.15

Peygamberimizin tavsiyesine uyan dostları, o büyük kralın yurduna hicret ederler. Müslüman misafirlerinden etkilenen ve Peygamber Efendimizin Hz. İsa tarafından müjdelenen elçi olduğuna şehâdet getiren Necâşî, Allah Resûlü'ne duyduğu sevgiyi, “Üzerimdeki hükümdarlık görevi olmasaydı gider ayakkabılarını taşırdım.” diyerek ifade eder.16  Halkı da kendilerine hicret eden Müslümanlara misafirperverlik gösterir. İşte bu zor zamanların hamisi ve gönül dostu Necâşî'nin gönderdiği heyet bir gün Hz. Peygamber'i ziyarete gelmiştir. Efendimiz kalkıp kendisi onlara hizmet etmeye başlar. Bunu gören ashâbı, “Bırak, senin yerine biz yaparız.” derler. Bunun üzerine Allah Resûlü duygularını şu şekilde ifade eder: 

“Onlar benim ashâbıma iyilik yaptılar, ben de bizzat onlara iyilik yapmak istiyorum.” 17

Zira gelen heyete yapılacak olan ikram ve iltifat, onların şahsında bizzat devlet başkanı olan Necâşî'ye iltifat olacaktır. Hz. Peygamber onlarla bizzat ilgilenerek zor zamanda kendisine ve ashâbına yapılan iyiliğe ne kadar değer verdiğini göstermiş ve vefakârlığın en güzel örneğini sergilemiştir.

İslâm'a davet noktasında Mekkelilerin kendisini dinlemeye yanaşmamaları üzerine Resûlullah çevre kabilelerle ilişkiler kurmaya onlara İslâm Dini'ni anlatmaya çalışır. Bu yolda birçok çabası da sonuçsuz kalır. Bu yıllar Allah Resûlü'nün ve ona gönülden bağlanan Müslümanların en sıkıntılı günleridir. Yeni dini anlatmak için çaldığı bütün kapılar bir bir yüzüne kapanır. Hemen hemen bu çabalarının hiçbirinden sonuç alamaz.

Ta ki hac görevini ifa etmek için Mekke'ye gelen yetmiş Medineliyle karşılaşıncaya kadar. Onlarla Akabe denilen Mekke yakınlarındaki bir yerde buluşmak üzere sözleşirler. Yetmiş civarında Medineli Müslüman ne pahasına olursa olsun onunla buluşmaya ona kucak açmaya karar vermişlerdir artık. Buluşma yerine gelip Hz. Peygamber'i beklemeye başlarlar. Nihayetinde Allah Resûlü yanında amcası Abbâs ile gelir. Biraz Kur'an okur, Allah'a dua eder ve onlardan kendisini, çoluk çocuklarını korudukları gibi koruyacaklarına dair söz alır. Daha sonra Medineli heyetin içerisinde bulunan Ebu'l-Heysem b. Teyyihân'ın söze girerek, Ey Allah'ın Resûlü bizimle senin kavmin arasında anlaşma var. Biz bu şekilde sana söz verince anlaşmayı ortadan kaldırıyoruz. Biz sana biat edip söz verdikten sonra Allah sana tekrar kavmine dönecek güç ve kuvveti verirse senin onlara dönüp bizi bırakmandan endişe ederiz.” demesi üzerine Sevgili Peygamberimiz gülümsedi ve ona şu cevabı verdi: 

 بَلْ الدَّمَ الدَّمَ وَالْهَدْمَ الْهَدْمَ أَنَا مِنْكُمْ وَأَنْتُمْ مِنِّي أُحَارِبُ مَنْ حَارَبْتُمْ وَأُسَالِمُ مَنْ سَالَمْتُمْ 

“Kanınız kanım, mezarlığınız mezarımdır. Ben sizdenim, siz de bendensiniz. Düşmanlarınız düşmanım, dostlarınız dostumdur.”[5]

Aynen böyle oldu. Tarih Allah Resul’ünün sözüne sadık kaldığına, kendisine kucak açanlara karşı hiçbir zaman vefakârlıktan ayrılmadığına, kendisine yapılan iyiliği asla unutmadığına şahitlik etti. Bir gün Mekke’yle bütün Arap yarımadasına hâkim olmasına rağmen doğduğu ve büyüdüğü şehir olan Mekke'ye geri dönmedi.20 Söz verdiği gibi vefat edinceye kadar hep Medine'de ikamet etti. Orada vefat etti ve oraya defnedildi.

Bugün tüm insanlık onun bu örnek davranışlarına ne kadar muhtaç vefa İstanbul’da bir semt adı mı? Nerde kaldı ahde vefa? Nerde kaldı dürüstlük? Nerde kaldı bir kahvenin kırk yıl hatırı vardı hani.

 

 

 

 

 



[1] Hâkim, Müstedrek, I, 20 (1/16).

[2] Ebû Dâvûd, Cihâd, 121.

[3] Abdürrezzâk, Musannef, VII, 479.

[4] Buhârî, Fedâilü ashâbi’n-nebî, 5.

[5] İbn Hanbel, III, 461.

Diğer Makaleleri