Kent-Sel Dönüşüm ve Kaybolacak Sokağım
Geçenlerde İstanbul’un bir ana caddesinde yürürken kocaman bir ağacın bir iş merkezinin istenilen yerine dikilmiş olduğunu fark ettim. Daha önce kaldırım taşlarıyla sıkıştırılmış, dilediği gibi büyüme imkanı elinden alınmış bir çok ağaca rastlamıştım; Ancak bu gördüğüm daha bir farklıydı. Adeta ayakları yerden kesilmiş fıtratı ifsat edilmiş bir görünüm arz ediyordu. Bu fotoğraf ister istemez kulaklarımda sahibini hatırlayamadığım “Şehir kent egemen bir işgalin altında” sözünü çağrıştırdı. Artık bahçeli evleri ve rengarenk özgürce büyüyen çiçekleri birkaç elitin, “Ben doğayı da satın alırım” edasıyla özel yaptığı evlerinde görebiliyoruz neredeyse.
İnsanı merkeze alan medeniyet şehirleri, her geçen gün insanı nesneleştiren kent olgusuna kurban gidiyor. Çelincır misali gökyüzünü delercesine yükselen çok katlı yapılar hakim artık şehirde. Eyüp sırtlarına hakim Piyer Loti’nin asıl adının İdrisi Bitlisi olduğunu söyleyen zat, Avrupa’nın en yüksek binasını şehrin bir noktasına dikerek adını Saphir koydu. Hasılı insani ilişkilerde makbul olanı yatay büyüme olduğu ortada iken yukarıdakinin aşağıdakini dikkate bile almadığı, aşağıdakinin yukarıdakine öykündüğü dikey büyümeyle kentlileşiyoruz artık.
Allah rahmet etsin, babadan kalma evimizin kapısından girdiğimde kapıda oturan genç kızın kiracımız olduğunu sonradan öğrenirken çok katlı çok daireli 1+1 rezidanslarda birbirine fiziken komşu olan insanların birbirini ne kadar tanıyabildiklerini merak ettim ister istemez. Avni ÇEBİ, tüm Türkiye’nin konut ihtiyacını Konya Ovasının yarısına 2 katlı bahçeli olacak şekilde sığdırabilecek proje çalışmasının mümkün olduğunu söylediğini duyduğumda heyecanlanmadım desem yalan olur. Benim bu heyecanımı bilmem ki kentsel dönüşüm için ellerini ovuşturan müteahhitler paylaşırlar mı? Samsun’da yaşadığımız sel felaketinde toprağın altına layık gördüklerimizin ölümüne tanıklık edince şehircilikten ne anladığımızı bir kez daha sorguladım. TOKİ devesa konutlar inşa ederken kendi medeniyet değerlerimizi ıskalamadan proje çalışması yapmayı bir sorumluluk olarak görür mü? Kıblesi çapraz evlerin ve minareleri gölgesine hapseden gökdelenlerin bize ve dünyamıza ne kattığını Sayın Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan BAYRAKTAR’ ın gündeminde var mı bilemiyorum.
Medeniyet Şehirlerinde evlerin cumbaları ne yola bakardı ne de diğer evlerin selamlık kısmına. Şimdilerde uydu kentlerle yeni bir insan modeli üretiliyor şehir(?)lerde. AVM’leri , oyun alanları ve diğer imkanlarıyla sitenin dışındaki hayatı unutturuyor post modern mimari anlayış. Asansörlerle dairesinin kapısına ulaşan adam , aynı konutu paylaştığı komşusuna selam vermekten kurtuluyor. Bu keşmekeşten ve insanı öğüten bu durumdan kurtuluş ümidi bir imkan var mı önümüzde?
İnsanı merkeze alan eski ifadesiyle Şehrül Emin bakış açısıyla mümkün olabilecek bir yeniden ihya ve imar projesi , Ana Kent Belediye Başkanlığı perspektifiyle bir Kent-Sel dönüşüm ile kurgulanabilir mi? Zira Samsun’da Kent -Sele kurban olmuş insanın çağrısı, yer seviyesinin altında ve gök yüzünü delme sevdasında bir şehirleşmeyi sorgulamayı zorunlu kılıyor. Selde kaybettiğimiz insanımızdan sonra insanlığımızı da sele vermek formatında bir kentsel dönüşüm anlayışı ne kadar doğrudur tartışmalıyız elbette.
Tüm bu olumsuzluklar zihnimi yorarken, bir hayal, beni yolculuğa çıkartıyor yağmurlu bir günde. Uydu Kentlerin önünden geçiyorum ve selam veremiyorum bana benzeyen bir adama. Bir başkası hızla geçiyor yanımdan ve yağmurun doldurduğu bozuk asfaltın suyunu üzerime sıçratıyor. Özür beklentimse boşunaymış ve kentin modern insanın sözlüğünde ne özür dilemeye ne de helallık dilemeye yer yokmuş meğer.
Kendi medeniyetimizin hatırası tevhidi hatırlatan minareleri ile ecdat yadigarı camilere de bir alternatifi var mı yeniden kent yaratma sevdasında olanların? diye soruyorum kendi kendime, hayallerimden sıyrılarak. İstinye Park’taki Dua Evi bir model olabilirdi pekala. Bir gazetede belirtildiği gibi artık yapılan yeni camilerin eskiyi taklitten kurtulup modern mimariyle çağımıza ayak uydurabilirdi. Ya da Gökdelenlerin gölgesine sıkışmış Mimar Sinan’ın şaheseri Selimiye’ye benzetilen Ataşehir ’de yapılmış yeni cami bundan sonra bir model olabilirdi mesela.
Tüm bunlar bir yana, canımı en çok da acıtan kentsel dönüşümden sonra kapımızın önü olmayacak ve artık komşu çocukları evimizin önünde çekirdek çıtlatarak gece geç saatlere kadar oturamayacak. Hiç birimizin acil durum olduğunda bir yakınını hastaneye yetiştirecek karşı binadan bir komşusu olmayacak bundan sonra. İstanbul’u tanıdığım günden beridir oturduğum ve adına çocukluğumuzda spor kulübü kurduğumuz Çağlar Sokak, eğer Kentsel dönüşürsek sakinleriyle birlikte ağlar sokak olacak belki de.
Şehri değerleriyle yaşatacak ve kentin işgalinden kurtaracak bir Şehrül Emin çıkmaz mı aramızdan!…